Son gün. Bugün koca bir yılın son günü. Herkes bir telaş içerisinde. Hediye almak için dükkan dükkan, mağaza mağaza dolaşanlar, alışveriş yapanlar, yıl sonu mali hesapları yapanlar, proje yetiştirmeye çalışanlar (ben galiba bu gruba dahilim), barışanlar, küsenler, ayrılanlar, buluşanlar, gidenler, gelenler, zamansızca aramızdan ayrılanlar, dünyaya yeni merhaba diyenler... Bu liste daha uzar gider.
Bu yıl nasıl geçti diye bana soranlara cevabım; hani yüzdeye vur deseler %90 kötü derim. Ama %10'luk kısım benim hayaller kurmam için, yeniden toparlanmam için bana yetiyor. Ama inşaallah 2013 de bu durum tersine dönerde gelecek yılın sonunda ben bu seneyi musmutlu geçirdim, kötü geçirmek mi o da neymiş guuuuuu diyebilirim inşaallah.
Bu senenin bana kazandırdığı en iyi şeylerden biri blog dünyasını keşfetmem ve yazdıklarımı insanlarla paylaşabilmeye cesaret etmem oldu. Ben hep yazıyordum ama sadece kendime. Gün yüzüne çıkmamıştı yazdıklarım. Ama bu yolun giriş kapısını araladığımı düşünüyorum. Umarım bu kapıyı sonuna kadar açabilir ve daha da güzel yazılar yazabilirim. :)
İnşaallah 2013 kim nasıl olmasını istiyorsa öyle olur. İnşaallah :)
Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış: Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.
Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi, adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar. Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş. Çünkü, mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş. Aşk, ada neredeyse battığı zaman yardım istemeye karar vermiş.
Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde geçmekteymiş Aşk'ın önünden.
Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?"diye sormuş.
Zenginlik,"Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.
Aşk, bu defa çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş.
"Kibir, lütfen bana yardım et!"demiş.
"Sana yardım edemem Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş Kibir.
Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk, Üzüntü'den yardım istemiş:
"Üzüntü, seninle geleyim..."
"Off, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var."
Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş ama o kadar mutluymuş ki, Aşk'ın çağrısını duymamış.
Aşk, birden bir ses duymuş:
"Gel Aşk!!! Seni yanıma alacağım..."
Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş.
Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki kendini, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş.
Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk'a yardım eden, yoluna devam etmiş.
Ona ne kadar borçlu olduğunu farkeden Aşk, Bilgi'ye sormuş: "Bana yardım eden kimdi?"
"O, Zaman'dı" diye cevap vermiş Bilgi.
"Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?"diye sormuş Aşk.
Bilgi gülümsemiş:"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir..."
Yine bir akşam üstü... Ve ben yine bulutlarla beraber çay içiyorum... Şekersiz. Aylardan aralık. Hava soğuk. Senin yanımda olmanı istediğim akşamlardan birisi işte. Her akşamki gibi yine boş ve yine sabaha gebe. Sanki kar yağacakmış gibi.
Soğuk dedim ya işte bu soğukluk sadece bu akşama özgü bir soğukluk değil. Temmuzda da böyleydi hava benim için. Seni bekliyorum. Belki biraz sana sarılır ısıtırım kendimi diye düşünüyorum. Sen yanımda olsan belki şubatta bile yalın ayak gezebilirim. Şubat bile üşütmez beni yanımda olsan. Hatta mart bile bir şey yapamaz. Eminim.
Ben kardan adam yapmaya bayılırım. Ama kardan adam yaparken hiç sabredemem. Biran evvel olsun da bitsin diye acele ederim. Hele o en son havucu burun olarak takmak yok mu işte o bitiriyor beni. Kömür ile göz ve dudak yapıp ona gülümsemeyi öğretmek bir başka haz benim için. Tabi birde boynumdaki atkıyı üşümesin diye onun boynuna dolamak sanki birisine büyük bir iyilik yapmışım hissini verir bana hep.
İşte o zamanlar sevmem ben güneşi. Zaten ben üşümesin diye ona atkımı vermiştim niye doğuyorsun aptal güneş.Sen yanımda olsan seninle de kardan adam yapardık. Ama o zaman ben hiç acele etmezdim. Ne kadar uzun sürerse sürsün beklerdim. İsterse hiç bitmesin. Beklerdim. Bir daha ki kışı bile beklerdim sen yanımda olsan.
Sen yanımda olsan bu sefer havucu kardan adamın burnuna takmazdım. Seninle beraber oturur kıtır kıtır yerdik. Bize okulda öğrettiler. Havuç gözlere çok iyi gelirmiş. Hep öyle derdi Güldane Öğretmenim. Zaten benim de senin gözlerine ihtiyacım var. Onlara iyi bakmam lazım. Her gün bir havuç yerdik seninle. Sırf gözlerine iyi gelsin diye. Biliyorsun benim senin gözlerine ihtiyacım var. Sonra kardan adamın gözlerini ve dudaklarını yapardık. Ben gözlerini yapardım sende dudaklarını yapardın. Dudaklarını sen yaptığın içinde gülümsemeyi öğretmek sana düşerdi. Eminim ona çok iyi öğretirdin gülümsemeyi. Aynı senin gülüşün gibi sımsıcak gülerdi biliyorum. İyi öğretirdin. Sen yanımda olsan atkımı sana verirdim. Nasıl olsa kardan adam gülümsemeyi öğrendi ya üşümez artık. Artık güneş bile çıksa üzülmem ben.Sen yanımdasın ya bir tane kardan adam daha yaparız güneş batınca. Güneş doğunca yine eritir onu. Biz bir tane daha yaparız.
Sen yanımda olsan bu kez bulutlara hiç yüz vermem. Çayımı seninle içerim. Şekersiz. Sen yanımda olsan beraber uzaktan şehrin ışıklarını seyrederiz. Yok yok seyretmeyiz. Şehir turu yaparız. Sonra tekrar uzaktan uzağa şöyle bir süzeriz şehri. Tam karşısına oturup uzun uzun seyrederiz ışıkları. Yok yok uzun uzun seyretmeyiz. Uzun uzun seyredersek gözlerimiz yorulur. Biliyorsun benim senin gözlerine ihtiyacım var ya onları fazla yormayız. Zaten daha çok gezecek yer var. Sonra .... Sonra nereye gidelim ? Sonrasına sen karar ver canım. Biliyorsun ya nereye gittiğin önemli değil kiminle gittiğin önemli... Sen yanımda olsan nereye olursa oraya giderdim.... Bi gelsen de hayaller gerçek olsa artık :)
Hani arkadaşlar vardır. Uzun zamandır yüz yüze görüşmemiş, görüşememişsinizdir. Aranıza farklı şehirlerde olmanın zorluğu girmiştir. Ama telefon bağı hiç kopmamışdır. Mesajla ya da arayarak iletişim hep sürmüştür. Bi sürü şeyinizi anlatmışsınızdır ona. İçinizi rahatlatmıştır sizin.
İşte benim de öyle bi arkadaşım var senelerdir yüz yüze görüşemiyoruz. Canım arkadaşım Burcu. Onu senelerdir göremiyorum. Uzun zamandır da telefonla da konuşamıyorduk. Geçen akşam beni aradı. Sanki daha dün dersaneden eve beraber gitmişiz gibi o kadar aynıydı ki herşey. Bu duruma çooooooooooooooook mutlu oldum. O artık öğretmen oldu. İkimizde iş hayatına atıldık ama hala dersanedeki gibi süper bi modda sohbet ediyoruz.
Bir zamanlar (lise yıllarında) Kurtlar Vadisi manyağıydım. Şimdi denk gelirse bile izlemiyorum, izleyemiyorum diyelim. Yoğunluktan dolayı. Ama lisede ders kampından bi şekilde izin alır perşembe akşamları oturur diziyi izlerdim. Ertesi günü de dersanede Burcu ile kritiğini yapardık. Polaaaat derdik. Şimdi gülüyorum o hallerimize yaaa :) Ama o kadar da olacak yaa. Ben üniversite sınavına girdiğimde henüz 16 yaşımdaydım. Ergenlik ablası ergenlik :) Küçüktüm. O kadar ki üniverstede ilk kimlik kartımı bana vermediler yaa. :( Yaşın 18 den küçük annene ya da babana imza attır getir kimliğini ondan sonra veririz dediler. Arkadaşlar Küçük diye çağırıyorlardı artık.
Neyse biz konumuza devam edelim.Burcu canım arkadaşım. Geçen gün seninle konuştuktan sonra o kadar mutlu oldum ki. Seni çok seviyorum. Hep böyle olalım tamam mı? Ama arada yüz yüzüde görüşelim yaaaa :( Ama kafaya koydum en yakın zamanda işleri ayarlayıp seni ziyarete geleceğim.Oraya gelince artık konuş konuş dilimiz şişer, çenemiz yorulur ama biz hala özlem gideremeyiz sanırım. :)
Yapmam gereken 3 mim var. İkisini şimdi yapıyoruuuuuuuuuum . :) Beni bu mimler için birçok arkadaşım mimledi. Yani anlayacağınız üzre bu mimleri yapmak için bayağı geç kaldım.
İlk mimimize başlayalım bakalım.
BLOGUNUZDA GÖRMEK İSTEDİKLERİNİZ VE İSTEMEDİKLERİNİZ:
Hımm blogumun şu anki durumundan memnunum. Takip ettiğim bloglarda şu ana kadar görmek istemediğim bi şeyle karşılaşmadım. Ama genelleyecek olursak, şiddet içeren yazılar görmek istemiyorum. Gündelik hayatımızda bunları yeterince gözümüze sokuyorlar zaten bari buraya bulaşmasın. Sonra etnik ayrımcılık yazılarını görmek istemiyorum. İnsanlar yaşamın her anında ayrımcılık yapmak için uğraşıyorlar. Burada olmasın o yaaa. Biz burada yazılarımızla arkadaşlık kurduk. Kimin kökeni nedir diye burada değiliz değil mi?
Neyse görmek istediklerime gelince; arkası yarın tarzında olan yazılar çok hoşuma gidiyor. Bu günlerde Siyah Kuğu arkadaşımın yazısını takip ediyorum. Çok güzel yazıyor. Acaba bende bi gün öyle yazabilecek miyim? :( O kadar güzel yazıyor ki ertesi günü yayınlanacak bölümü çooook merak ediyorum. Hatta bugünkü yazısını henüz yayınlmadı. Ehhh be Kuğum meraktan öldürme yayınla artık yaaaa :)
İşte böyleeee. Dediğim gibi ben bloglarımızın son durumlarından gayet memnunum umarım hep böyle devam eder. :)
İkinci mim ise;
2013 YILINDAN BEKLEDİKLERİNİZ;
2012 yılı benim için pek de iyi geçmedi. Kayıplarım oldu. Kendimi zor toparladım. Ya da hala toparlamaktayım diyelim. (bunu dışardakiler en yakınlarım dahil olmak üzere bilmiyorklar ama galiba çoğu şeyi içimde yaşamamdan kaynaklı)
Onun için sevgili 2013 kardeş; lütfen bu sene ve sonraki senelerde (senden sonra gelecek olan arkadaşlarına söyle bu laflarım onlar için de geçerli) benden ve sevdiklerimden üzüntü, keder, hastalık uzak olsun. Uzun yıllardır hep bu kötü durumları getirdi bize.
Sonra dualarım kabul olsun yaaaaa. O kadar çok dua ettim ve ediyorum ki artık korkuyorum acaba dualarım kabul olmuyor mu diye. :( Çünkü durumlarda herhangi bir değişme yok. :(
Erkek kardeşim üniversite sınavına hazırlanıyor. Büyüdü sıpa yaaaa. :) Oysa daha dün gibiydi tombiş bi çocuk olduğu zamanlar. Elektrik Elektronik Mühendisliği istiyor. İnşaallah olur yaaaa. Olursa annemin ilk dört çocuğu da mühendis olmuş olacak. Bakalım diğer ikisi ne olacak?
Artık bu sene gelecek planları yapmak, gelecek için adımlar atmak istiyorum. (işte ben bu kadarını söylüyorum gelecek planları deyince zaten çoğu kız arkadaşım ne demek istediğimi anlamıştır :) )
Eveeeet. Okuduğum mimler kadar güzel olmadı ama idare edin artık. :)
Kimleri mimlediğim konusuna gelince. Galiba en son yapanlardanım bu mimleri. Onun için benim gibi sona kalanları mimliyorum. Yapmayıp da bu yazıyı okuyan herkes mimlendi ona göre :)
Babanın yokluğunun nasılda insanın suratına bir tokat gibi çarptığını öğrendim.
Başın sağ olsun dendiğinde içinde kopan fırtınalar nasıl olurmuş öğrendim.
Küçük kardeşinin yanında onu üzmemek adına o her baba ile konu açtığında konunun nasıl başka yerlere çevrileceğini öğrendim.
Sevdiklerimiz hala yanımızdayken onların kıymetini bilmemiz gerektiğini öğrendim.
Bir evin ihtiyaçlarını düşünmekten inanın kafası nasıl da çatlarcasına ağrırmış öğrendim.
İlköğretimi okuduğun okulun kurucusu ile konuşup küçük kardeşi anaokuluna yazdırmak, taksitleri kim ödeyecek dendiğinde ben ödeyeceğim demek, büyük abla olmak nasıl birşeymiş öğrendim.
Şarkıları dinlerken insanların gözleri neden uzaklara dalıp gidermiş öğrendim.
Öğrendim işte yaaa. İyi ya da kötü. Beni mutlu ya da mutsuz eden bi sürü şey öğrendim.
Eveeeeeeet geldim. :) Sonunda geldim yaaa. Bi bilseniz nasıl yoğun günler geçiriyorum. Bu postu size Sevgili Siyah Kuğu'nun Senden Önce Senden Sonra yazılarından birinde bahsettiği bi şarlı olan Seven Ne Yapmaz şarkısını dinleyerek yazıyorum. Zaten o postu okuduğumdan beri aynı şarkıyı döndürüp döndürüp dinliyorum. Hülyalara dalıp dalıp çıkıyorum :( Beni mahvetti bu şarkı Kuğum :(
Neyse en son pazartesi günü yazmıştım valla yazamamaktan kaynaklı içim şişti :( Ne güzelmiş burada içimi dökmek. Kimseye söyleyemediklerimi, kızdıklarımı, güldüklerimi size anlatmak.
Bu sabah gördüğüm çok güzel olan rüyanın etkisinden kaynaklı belimin ve bacağımın ağrısını bile hissetmeden ortalıkta pürneşe vaziyette dolanıyorum. :)
Evet dedim ya hafta başından beri işler o kadar yoğun ki anlatamam. Bi ara otomatikleştim zannettim yaaaa.:( Projenin birini bitir birine başla. Çalıştığımız firmalardaki insanlara laf anlatmaya çalış. Offfff. Valla biraz daha böyle devam ederse error verecem. :(
Çarşamba günü Konya'da bir yağmur vardı ki sormayın. Yağmuru çok seven biri olarak bile güzelliğini göremeyecek kadar yoğundum. İş için dışarı çıktım. Aslında yürüyecektim ama elimde dosyalar olunca ve yağmur çok şiddetli yağınca dolmuşa bindim. Şoföre parayı uzattım. ''Bozuk yok mu abla?'' dedi. Bende de maalesef yoktu. Yürümeyi planlayıp, yağmurdan dolayı bindiğim için bozuk para almamıştım yanıma. Değilse bende sevmem yani tüm para vermeyi. :( Sonra bekle bekle paranın üstü gelmedi. En sonunda bende ''Ben ineceğim ama paranın üstü gelmedi'' dedim. Şoför duymamazlıktan geldi. Tekrar söyledim bu sefer mecbur durup paranın üzerini verdi. Demek ki bozuk parası varmış değil mi? Sonra indim dolmuştan bi yandan şemşiyeyi açmaya çalış bi yandan da para üstünü çantaya tıkıştırmaya çalışırken bi güzel ayağımı burktum. :( Neyse topukluluarla aksaya aksaya yürüdüm. Ofise geldim. Sonra iş çıkışı eve giderken yolda ayağım kaydı. Bi güzel düştüm. Uzun bi süre kalkamadım. Belimde bi şey kırt etti :( Neyse zor zoruna da olsa dolmuşa bindim. Evin oraya geldiğimde şoföre ineceğim söyledim. O da sağolsun beni bir göletin içinde indirmek istedi. Yağmurdan dolayı su birikmiş ama içine girsem topuklularla bile ayak bileğimi geçerdi su. Burada çok su var biraz ilerler misiniz dedim. Adam boş boş yüzüme baktı. Dediğimi tekrarladım. Sonra ne demesin. Burda insen ne olur dedi. Olmaz dedim. Mecbur söylene söylene biraz ilerde durdu. Zaten bi manyak bu Konya'nın dolmuşçuları. Düşünün ben dirseğiyle vites atanını bile gördüm. Gerisini siz düşünün artık. :) Dolmuştan indikten sonra eve giderken yolda bi daha ayağımı burktum. :..( Offf. Canım hala acıyor valla. Berbat bi gündü. Sonra ağrı kesicilerle. kas gevşelticilerle dolu günler geçirdim. Ama hala ağrılarım var.
Haaa bi de ofisteki pc'den bloga gireyim de kim neler yazmış bakayım dedim. İki gündür ona da giremedim. Neymiş çerez fonksiyonları kapalıymış. Açmam gerekiyormuş. Uğraştım uğraştım yapamadım. Bilen varsa bana yardımcı olursa çok sevinirim.
İşte böyle 5 günün kısa özeti. :) Düştüm, dolmuşçularla kavga ettim, bol bol proje hazırladım, çerez fonksiyonları ile kavgaya giriştim ama kavgayı galiba onlar kazandı. Çünkü hala açamadım o çerez fonksiyonlarını :(
Bir din bilgininin yolu akıl hastanesine düşmüş. Girip orada kalan delilerin halini görmek istemiş. Orada elleri ve ayakları bağlı bir delinin sevinç içinde bağırdığını, mutluluktan, keyften sarhoş olduğunu görmüş. Delinin yanına gitmiş; ''Elin ayağın bağlı farkında değil misin nedir bu neşe?'' diye sormuş. Deli ona çok akıllıca bir cevap vermiş; ''Benim sadece elim ayağım bağlı, yüreğim bağlı değil ki, Gönlüm özgür olduktan sonra tutsak olmuşum ne çıkar? İki alem dediğin nedir? Bir deniz, adı da gönül. İşte o denizde hürüm ben'' demiş.
Bu hikayeyi biraz önce okudum ve okuduktan sonra oturdum uzun uzun düşündüm. Sahi biz gerçkten özgür müyüz yoksa özgür olduğumuzu mu zannediyoruz? Bence çoğumuz özgür değil, çok az insan gerçekten özgür (onlara deli diyoruz). Geri kalan çoğunluk kısımsa sadece özgür olduğumuzu zannediyoruz o kadar.
Özgür olmak demek sadece eli kolu bağlı olmamak ya da bedenen birşeyi yapmak, bir yere gitmek için herhangi bir engeli olmamak mı demek?
Kesinlikle hayır!
Biz etrafımıza koca koca, aşılması çok zor olan duvarlar örüyoruz. Ayaklarımıza görünmeyen pırangalar takıyoruz. Gönlümüzü bir mahzene kapatıyoruz ve çıkmasına izin vermiyoruz. Ama daha sonra da özgür değilim diye hayıflanıyoruz.
Düşünüyorum da hangisi daha güzel? Deli olup özgür olmak mı, akıllı olduğumuzu zannedip tutsak olmak mı?
Çok eski zamanlarda iki genç varmış. Birbirlerine çok aşıklarmış. Birbirlerini görmeden bir an bile geçiremez olmuşlar. Ailelerin itirazlarına rağmen evlenmişler. Ama evlendikten kısa bir süre sonra o aşkın yerinde yeller esiyormuş. Artık o sıcacık aşkın yerini fırtınalar almış. Kavgalar, gürültüler şiddetlenmiş. Artık doğru düzgün iki kelam edemez olmuşlar.
Aileleri bu durumun farkına varmışlar ama birbirlerini bu kadar severken bir anda nasıl böyle olduklarına akıl erdirememişler. Çift dışarıya karşı birbirleriyle çok iyi anlaşan, birbirine çok aşık bir çift görüntüsü veriyorlarmış ama kendi kendilerine kaldıklarında birbirlerine karşı nefretle konuşmaya, bağırmaya devam edermiş.
Aileler, çocuklarının aşkının bir anda nasıl böyle bitiverdiğini anlamak için bir bilgeye gitmişler. Bigeye;
-Ne olur bizim çocuklar niçin böyle oldu araştır, bul dermanını demişler.
Bilge şöyle bir düşünmüş ve cevabını vermiş;
-Bunun için araştırma yapmaya gerek yok ki, demiş.
-Neden, diye sormuş aileler.
Bilge, sözlerine devam etmiş;
-Çünkü ikisi de başkalarına aşık, demiş.
-Nasıl olur onlar birbirlerine çok aşıktı, bütün itirazlara rağmen irbirleriyle evlendiler, demişler.
Bilge ailelerin şaşkın bakışları eşliğinde sözlerine devam etmiş;
-Onlar çok genç ve samimiydiler. Onlar birbirlerini delice sevdiklerini sanıyorlardı. Oysa ikiside sadece kendisini seviyor, ötekisini ise istiyordu. Bu yüzden birlikte oldular ama asla BİR olamadılar, demiş...
Dışarda hava buz gibidir. Bütün gece kar yağmış ve şimdi hava ayaza durmuştur. Eve gelirsin. Sıcacık sobanın dibine sokulursun. Çok üşümüşsündür. Isınmaya ihtiyacın vardır. O kadar üşümüşsündür ki ellerini sobanın içine sokmak istersin. Soksan yanacağını bilirsin ama umursamaz ve bir an önce ısınmak istersin.
Daha sonra yavaş yavaş ısınırsın. Artık ellerini hissediyorsundur. Sonra sobanın dibinden uzaklaşırsın. O biraz önceki üşürken ki dinç halin yoktur. Biraz rehavet çökmüştür üstüne. Artık ısınmışsındır. Odanın sobaya en uzak köşesine kaçarsın. Üstünde fazla olan ne varsa çıkarmaya başlarsın. Çünkü artık o sıcaklık sana huzur vermemeye başlar. Sıkılırsın bu durumdan. Sonra ikazlara kulak asmazsın ve camı açarsın. Açarsın ki biraz rahatlayasın. Kendini biraz önce kaçtığın soğuğun kollarına tekrar bırakmak istersin...
...
Aşk da böyle değil midir?
...
Üşümüşüzdür. Bizi üşüten biten bir ilişki de olabilir, ailemizde olabilir ya da hiç birini sevmemiş/sevememiş olmamız da olabilir. Isınmak isteriz. Aşık olduğumuz ilk zamanlar işte ellerimizi o sobanın içine sokmak istediğimiz zamanlar gibidir. Yanacağını biliriz ama korkmayız.
Çok üşümüş insan için aşkın o ilk zamanlarındaki sıcaklığı hiç birşeye değişilmezdir. Sonra ilişki başlayıp alışmaya başlayınca sıcaklığa alışıp artık ondan uzaklaşmak istediğimiz gibi uzaklaşırız aşktan, aşık olduğumuzdan. Artık birinci planda değildir bizim için aşk. Ve en sonunda da eğer artık sıcağı istemediğimiz gibi bu aşkı da istemiyorsak camı açıp soğuğun tekrar aşkla aramıza girmesine izin veririz... :(
İnşaallah tüm aşıklar ömür boyu asla soğuğun aralarına giremeyeceği bir aşk yaşarlar...
Ablaların bitanesi Beyaz Ablam pardon pardon Arseli Ablam beni mimlemiş. Mimleyip de mimi yapmayanlar için bir güzel temennilerde bulunmuş ki sormayın :) bekarlar evde kalsın :), burnunun ucunda sivilce çıksın :), evlilerin eşi dırdırdan başının etini yesin :), ... korkudan başladım mime :) şaka şaka ablam beni mimlerde ben o mimi yapmaz mıyım hiç :)
Gelelim sorularımıza;
-Mantığın mı yoksa Duyguların mı ön plandadır?
Bu soru bana bu aralar sorulmamalıydı yaaa :( Aslında normal şartlar altında mantığımla kararlar veririm (çok da duygusuz zannetmeyin de beni) Ama bu aralar araftayım. :( Önceki yazımda da belirttiğim gibi ikisinden bi tarafı seçemiyorum ki :( Ya da seçmeye kalksam acaba diğerini seçsem daha mı doğru olurdu diye düşünüyorum. Öyle ortada kaldım yani bakalım ne olacak.
İnsanlar niye mi mutlu değiller? Bence bunun cevabı doyumsuzluktur. İnsanlar (buna hepimiz dahiliz) çok doyumsuz oldu. Yeni bi şey görüyoruz onu almak istiyoruz, birinde bi şey görüyoruz niye bende yok diyoruz. Bi hedef koyuyoruz önümüze daha o hedefe ulaşmadan daha yüksek bi hedef daha belirliyoruz. Eee sonuçta ne oluyor? İlk koyduğumuz hedefe ulaştığımızda sevinmiyoruz. Niye çünkü artık bu ulaştığımız bizi tatmin etmemekte. Daha yükseklerde gözümüz.
Tamam hep daha iyiyi istemek herkesin hakkı ama önce ulaşabileceğini iste. Ona ulaş. Keyfine var, ondan sonra yeni bir hedef koy.
Şükretmemek ise ayrı bir konu. Bence onu çoğumuz layıkıyla yapamıyoruz. Biz, Allah bize ekstradan bi şey verdiği zaman şükredeceğimizi zannediyoruz. Aslında en büyük şükür konusu bence sağlığımız, ailemiz, sevdiklerimiz. Onlar en büyük şükür sebebi.
-Çok para harcayıp keşke almasaydım yada harcamasaydım dediğin bir şey var mı?
Hımm. Bi düşüneyim bakalım. Ya aslında yok. Ama lise sondayken cep telefonu aldırmıştım aileme. 6 sene önce 800 tl'ye almıştık. O zaman hiç pahalı mı değil mi diye düşünmemiştim. Ee daha 16 yaşındaydım yaaa o kadar düşüncesizlik o yaş için normal değil mi? :) Şimdi çalışmaya başlayıp para kazanmanın zorluğunu görünce öyle har vurup harman savurmam. Bu arada o telefonu hala kullanıyorum ve hiç tamir yüzü de görmedi. Hakkını verdim yani o paranın. :)
-Haklı olduğun bir konuda hakkını savunur musun yoksa susmak adalet mi dersin?
Susarım, susarım, susarım ama en sonunda o bardak taşınca işte beni o zaman izleyin :) Hakkımı bir güzel savunurum. :) Annemin tabiriyle taramalıya bağlar çok hızlı bir şekilde konuşurum. İşte o zaman karşımdakinin vay haline :)
-Tok gözlü müsün yoksa herşeyim olsun diyenlerden misin?
Aslında bu kişiden kişiye göre değişir. Kişi kendini tok gözlü zanneder ama karşıdaki kişi onu hiç de öyle tanımlamaz. :) Tok gözlü olup olmadığıma en iyi etrafımdaki kişiler cevap verir herhalde. Ama şöyle bir muhasebe yapıp düşünürsem ...hımmm... evet evet tok gözlüyüm. :) Bu evin en büyüğü olmamdan da kaynaklanıyor olabilir. Çünkü tam anlamıyla çok özel eşyalarım dışındakileri kardeşlerimle ortak kullanıyorum :( Paylaştığıma göre herşey benim olsun demiyorumdur değil mi? :)
İşte bu kadaaaaar. Benim cevaplarım bunlar. Öncelikle Arseli ablama beni mimlediğİ için teşekkür ederim.
Sıra benim mimlediklerim de; Deeptone, Uyuşuk Hayalperest, Lafanino, İpekböceği, safransarı (doğru yazdım değil mi:) ), BirgaripŞeyma, Biricit, Pire Kızı, Siyah Kuğu, Nursalkımı, Kirazlı Dondurma, Damlasakızlı Dondurma ve Kar Şekerim (ben ona öyle diyorum, o anlar)
!!!Not: Mimi yapmayanlar için Arseli Ablamın söylediği temennilerin aynısını bende söylüyorum ona göre :D
Artık ağlayabilir miyim gönlüm?İzninle… Ama öyle sessiz sedasız içten içe değil bağıra çağıra ve belki de bir gökgürültüsü gibi. Bütün o kirlerimle birlikte ağlayabilir miyim? Bir sebep olmadan öylesine ama ölesiye… Bedenimden canım çıkıncaya kadar… Nefesim kesilinceye kadar… Kimsenin değil,kendi omzumda hiç kimselere yük olmadan ağlayabilir miyim?
(Hikayeleri, şiirleri çok güzel okuyan sevgili Asım Yıldırım abinin okuduğu bu şiiri dinledikten sonra yazdım yukardaki yazıyı. Önceden de dinlemiştim bu şiiri ama bugün bende bu yazımdaki gibi bir etki yaptı..)
NEY, binlerce kamışın arasından bir tane dar boğumlu ve etli kamıştan, Allah'ın insanlara sunduğu en güzel ve en eski nefesli aletlerden biridir.
NEY, her türlü abartıdan ve gösterişten uzak sadece bir kamış parçasıdır. NEY sadece ses çıkarmaz, onu üfleyenin ve dinleyeninin içinde farklı duygu ve düşüncelerin oluşmasına vesile olur. Huzur verir.
Her haliyle insana benzer, aşka benzer.
NEYin yedi değili vardır, insanda da yedi delik vardır.NEYde dokuz doğum vardır, insanın gırtlağında da dokuz boğum vardır ve insan dokuz ayda dünyaya gelir.
NEY de tıpkı insanlar gibi doğduğunda ağlamaya bağlamıştır. NEY, vatanı olan sazlıkta büyür, yeşerir. Ama koparıldıktan sonra kurur ve solar.Bir ustanın eline gelir. Delikleri açılır.Sonra da vatan hasretiyle, ayrılık acısından feryat etmeye, boğuk boğuk sesler çıkarmaya başlar.
Aslına bakarsanız NEYden çıkan bizim duyduğumuz ses, bir melodi değil bir feryat, bir yakarış, ağlama sesidir.Biri onu üflediğinde insanlara derdini anlatmaya çalışır, vatanına olan hasretini dile getirir. İnsanda öyle değil midir? Yurdundan ya da sevdiğinden ayrıldığında böyle acı çekmez mi, hasret duymaz mı?
NEY aşktır, aşkı yaşamaktır.
NEY insanı anlatır, insanı sembolize eder.
NEYin içi boş bir kamıştır, yalnız aşkın nefesiyle doludur. Aşık insanların da kalbi sadece akşla doludur.
NEY üflendikçe, değer verildikçe daha iyi ses çıkarır. Tıpkı insan gibi değer verildikçe, sevildikçe daha çok sever.
NEY, sesini vermek için çaba ister, emek ister ve bağlılık ister insandan. İnsan NEYe yeterince emek verdiğinde, sesi çıkarmak için uğraştığında, NEYde ona karşılık verir. Aşkta böyledir. Çaba ister, emek ister, ilgi ister. Eğer insan yeterince çaba göstermişse, emek sarf edip yanmışsa, aşkta ona karşılığını verir. Zaten her insan da NEYden ses çıkaramaz.
NEY, insanın dertlerinden, sıkıntılarından yorgun düştüğü zaman huzur bulduğu bir arkadaştır.
NEY, herşeyden uzakken, herşeye yakın olmaktır.
NEY, aşkı ararken aşkı bulmak, yanmak demektir.
NEY, bana göre gösterişten uzak, sade bir yaşam şeklidir.
NEY belki de kesileceğini ve yurdundan koparılacağını bile bile tekrar boy salar ve tekrar koparılır.
NEY hasretle, hasrete doğar ve yaşamı boyunca da onun için ağlar.
İnsan da aşkla doğar ve yaşamı boyunca aşk için yanar, ağlar ve belki de onun için ölür.
Tabi bu aşk yaradan aşkı da olabilir, yaratılana duyulan aşk da olabilir.
Ama aşk her zaman onun yolunda yürüyenindir.
(Yarın ney kursuna başlıyorum. Düşünürken böyle bi yazı çıktı işte...)
Kendimizi sevmeliyiz... Birbirimizi gerçekten sevmeli ama aşktan bağlar üretmeye çalışmamalıyız.
Aşk bize verilmiş bir hediye olmalı, ama bedeli olmamalı, bedel istenmemeli...
Aşk bağlılığa dönüştüğü anda ilişki haline gelir.
Aşk taleplerde bulunulduğu anda hapishaneye, zindana benzer. Özgürlüğün artık elinden alınmıştır; göklerde uçamazsın, altın bir kafese koyulmuşsundur.
Aşkın sana özgürlük verici olması lazım, sana zincir vurması, ayağına pıranga takması değil; sana kanatlar taktırıp mümkün olduğunca yükseklere uçmanı sağlaması lazım.
Sizin bildiğiniz aşk biyolojik bir dürtüden ibaret; hormonlarınla kimyandan kaynaklanıyor. Kolaylıkla değişebilir.
Kimyandaki en ufacık bir değişim "en gerçek olan gerçek" sandığın o aşkınızın yok olmasına yetecektir. Çünkü siz tutkuya "aşk" diyorsunuz.
Aşk sadece verici olmayı bilir ve asla karşılığını beklemez; aşk koşulsuz, şartsız paylaşmaktır.
Gerçek aşkı, gerçek bir aşığı asla hayal kırıklığına uğratamazsın, çünkü zaten hiçbir zaman bir beklentisi yoktur ki.
Gerçek olmayan aşkı, gerçekten aşık olmayan ama aşığım diyen aşığı asla tatmin edemezsin çünkü bir beklenti içindedir ki yapılanlar hep az gelir.
Aşk, yaşamımızın en büyük deneyimlerinin başında gelmektedir ve aşk enerjisi ile deneyimler yaşamadan, ömürlerini geçirenler hayatın ne olduğunu asla öğrenemezler. Fazla derinlere inmeden yaşamın yüzeyinde kalır, okyanusun derinliklerindeki güzellikler gibi hayatın derinliklerindeki güzellikleri göremeden göçer giderler.
Aşk olduğu zaman seven ve sevilen birlikte aşkın içinde kaybolur.
Eğer özgürlük ve aşka sahipsen başka şeye ihtiyacın yoktur.
Yaşam size işte bunun için, aşk ve özgürlükle birlikte hayatın diğer güzelliklerini bulun ve mutlu olun diye verildi...
Neden hep kısıtlanıyorum. Yapmak istediklerimi yapmamıyorum. Önüme hep bir engel, bir sorun çıkıyor.
Neden bir arkadaşımın yanında olmak istiyorsam annem, kardeşlerim ya da diğer kişiler niye yorum yapıyorlar, her zaman beraber olunmaz ki diyorlar. Sanki her zaman berabermişiz gibi.
Ben arkadaşlarımla uzun zamandır böyle zamanlar geçirmemiştim. Böyle mutlu olduğum zamanlar olmuyordu uzun süredir.
Çok mu iyi oluyordu acaba beni yargılayanlara soruyorum? Evden işe, işten eve gidip gelirken hiç sorun yoktu değil mi? Nasıl olsa ben hep evde olurdum. Ama görmüyorlar mı acaba ben öyle tek düze yaşarken mutsuzum. Sonra niye kaşların hep çatık dolaşıyorsun diye soruyorlar. Niye acaba? Mutsuzluk katsayım tavan yaptığı için olmasın.
Bir gerçek var yani bence böyle. Katılan ya da katılmayan olabilir. İnsan ailesinden daha kolay anlatır içindekilerini arkadaşına, hele ki bu arkadaş en yakın arkadaşınsa. Sen onun herşeyini bilirsin, o senin. Sizin de ailenizin bilmediği ama arkadaşlarınızın bildiği şeyleriniz yok mudur?
Neymiş bu aralar çok dışardaymışım. Ya olacağım tamam mı çünkü bunaldım artık bunaldııııım. Ama bunu farketmek yerine benim bu aralar çok dışarı çıkmamı farkediyorlar.
Dedim zaten bundan sonra böyle. Ses çıkarmadım, gereğinden fazla fedakarlık yaptım da ne oldu? Bana şiddetli baş ağrıları olarak geri döndü.
Niye yüzün asık diye soran kardeşlerim, başım ağrıyor onun için dediğimde zaten seninde hep başın ağrıyor dedikleri zaman acaba benim bu baş ağrımın mutsuzluğumdan kaynaklandığını bilmemiyorlar mı? Demek ki anlamıyorlar, bilemiyorlar. Bilseler bana bu kadar yüklenirler miydi?...
Anlayamıyorum. Anlamıyorum. Anlamıyoruuuuuuum. Niye insalara isteklerimi anlatamıyorum. Ben mi anlatamıyorum, onlar mı anlamıyor ya da anlamamak işlerine mi geliyor?
Evde, okulda, işte, heryerde niye böyle. Sabah evden kavga ederek çıktım. Annemle kardeşlerimle kavga ettim. Ya ben mi anlatamıyorum onlar mı anlamak istemiyor. Benim eşyalarım niye benim koyduğum yerde kalmıyor. Ya onu ben aldım değil mi ben. Hatta muhtemelen başıma gelecek olanları bildiğim için kendime aldığımdan onlara da almıştım. Ama yok kendinin ki biter bana dadanırlar. Ya tamam kullansın. Kullanmasınlar demiyorum. Ama aldığı gibi bıraksın. Eşyalarım kıymetlidir, düzenli kullanırım. Ama yooook benim kardeşlerimde onun zerresi yok. Mahvediyorlar. Sabah bağırdım yeter artık niye benim dediklerim dinlenmiyor, aldıklarını aldıkları yerine koyulmuyor diye. Annem de bana haklısın diyeceği yerde onlar öyle, kabul et dedi. Benim şarteller attı. Ya kendi eşyalarına nasıl davrandıkları beni ilgilendirmez. Ama ben sabah sabah hem eşyamı arayacağım, hem de eşyamı şaftı kaymış bi şekilde mi bulacağım her zaman. Sonra ben gittiğim zaman göreceksiniz, değerimi o zaman anlayacaksınız diyorum o zamanda anne bu kızın evden gitmeyi, evlenmeyi kafasına koymuş diyorlar. :( Sonra akşam üstü hiç bi şey olmamış gibi abloş ne yapıyorsun diye telefon açıyorlar. Kızmaya devam etsem suratsız abla oluyorum, devam etmesem isteklerim hiç bir zaman benim istediğim doğrultuda gerçekleşmiyor. :(
Ya insanın ikiz kardeşi olması çok zor. Bi de tek yumurta ikizi halimi siz düşünün artık. :( Aranızdaki yaş farkı azsa daha da zor. Benim ikiz kız kardeşlerimle 1 buçuk yaş var. Kardeşlerimi çok seviyorum ama beni çok yoruyorlar. Bazen gerçekten bunaldığımı, nefes alamadığımı hissediyorum. Bi yerlere kaçmak bi kaç gün kafa dinlemek istiyorum onu da yapamıyorum Ne yapacağım bilmiyorum. :(
Bi kaç gündür yazamıyorum. Aslında o kadar çok istiyorum yazmayı. İçimi rahatlatmayı. Ama hayat gailesi işte. O kadar yoğunluğun arasında bi bakmışım kendimi yatağa atmışım. Ancak O zaman anlayabiliyorum yorulduğumu. 3 gündür bi yoğunluktur ki gidiyor. pazartesi günü arkadaşım geldi şehirdışından. Okuldan 3 arkadaş buluştuk. Pazartesi günü ben onlara gittim. Salı günü annem arkadaşlarımı bize çağırdı. Yaprak sarması, su böreği, aşure falan bi sofra hazırlamış yemede yanında yat yani o derece. :) Bitanecik annem benim. Dün de yine toplandık sinemaya gittik. Dün de çok güzeldi. Uzun zamandır böyle günler geçirmemiştim çok iyi oldu bana.
Dün kızlarla buluşmak için tramvaya bindim. Üniversite hayatım boyunca ne çok binmiştim tramvaya. Dile kolay 5 sene boyunca Zafer-Kampüs arasını her gün gidip geliyordum. Yorulmaktan şikayet ederdim bazen. Oysa o zamanlar ne güzelmiş. Dün anladım ki ben tramvayla yolculuk yapmayı özlemişim yaaa. :( Mp3 ümü kulağıma taktım. Ne güzel bi yolculuk oldu ya. Kafamı cama yaslayıp hayallere, ümitlere, geleceğe, geçmişe dalıp gitmeyi nasıl da özlemişim. İşe başlayınca artık tramvaya binemez oldum. İşim evime yakın. Tramvaya dün olduğu gibi ayda yılda biner oldum. Oysa her gün ne güzel git gel yapardım. Annem de benimle dalga geçerdi.Bu tramvay benim kızımın limuzini diye. :) Ben limuzinimi özledim yaaaa. :(
İş yaşamımdan çok memnunum ama arkadaşlarla da konuştuk okul bi başkaymış, öğrenci olmak bi başkaymış ya. Dün hayatım da ilk defa sinemaya sivil olarak girdim. Artık büyüdüğümü anladım.
İşte böyle daha bi sürü şey var kafamda. Kafamı kurcalayan bi dolu soru. Onların cevabını bulayım onları da yazacağım. Yani umarım.
Bi de dün ilk defa dinledim Selçuk Balcı'yı ve aralıksız dinlemeye de devam. :) Bence siz de dinlemelisiniz. Pişman olmazsınız. :)
5 yaşındayken ablanıza ben artık büyüdün kocaman abi ya da abla oldum dediğiniz de mi?
Ya da birinci sınıfa başladığımızda mı? Eee ne de olsa artık bizde herkes gibi, bizden büyük herkes gibi artık okula başlamışızdır. Okuma yazmayı öğrenmişizdir. Okula tek başımıza gidip geliyoruzdur. Büyümüşüzdür artık...
Liseye başlayınca mı? Öyle ya artık ilkokul çocuğu değilizdir. Büyümüşüzdür. Evet kesinlikle büyümüşüzdür. Anne babamıza karşı gelebilirz artık değil mi? Sonuçta anne babamızda büyük ve onlar da anne babalarının her dediğini tutmuyorlar. Eee bizde büyüğüz o zaman bizde onlara karşı gelebiliriz...
Üniversiteye başlayınca mı büyürüz? Başka bir şehirde yaşıyoruzdur artık. Okumak için ailemizden ayrılmışızdır. Belki kolay belki zor olmuştur ama ayrılmışızdır artık onlardan. Onların gönderdiği harçlıkla da olsa artık kendi ayaklarımızın üstünde duruyoruzdur. Belki ilk defa eşyalarımızı kendimiz yıkamış, ütümüzü kendimiz yapmışızdır, belki de ilk defa aşık olmuşuzdur. Yani büyümüşüzdür değil mi?
Okul bitmiştir. Ve kesinlikle büyümüşüzdür artık. İşe başlamışızdır. İş hayatının okul gibi olmadığını artık zorunluluklarımızın olduğunu öğrenmişizdir. Haklı bile olsak bazen mecbur kalıp susmayı öğrenmişizdir. Ya da aslında hiçbir zaman haklıyken susmamak gerektiğini öğrenmişizdir. Büyümek bu değil midir?
Evlenmişizdir.Belki aşk, belki mantık evliliği yapmışızdır. Ama artık büyüdüğümüzü hissederiz. Artık bir evin ve bir eşin sorumluluğu vardır. Ona göre hareket ederiz artık. Etrafımızda da duymuşuzdur. Evlenmeden önce çocuktu, evlendi büyüdü diye.
Çocuğumuz olduğu zaman mı büyürüz. Ya da onlarla birlikte mi büyürüz. Artık minik bir bebeğin sorumluluğu vardır omuzlarımızda. O bebek büyür, çocuk olur, çocuk büyük kocaman adam olur biz de büyürüz.
Emekli oluruz. Torun torba sahibi olmuşuzdur. O zaman mı büyürüz. Eee artık çevrenin de büyüğüyüzdür artık. Belki akıl danışılan, ne yapmalıyım diye sorulan belki de huysuzluğundan yaka silkilen bir büyük.
Sahi ne zaman büyürüz? Değişiyor değil mi? Kişisine, yaşadığın çevreye göre değişiyor. Kimisi vardır bu yazının başında büyümüştür. Kimisi ortasında, kimisi sonunda ya da hiç büyümemiştir. Hangisi daha güzel ben bilmiyorum.
Ama bildiğim bi şey var. Beden ve beyin büyüsün, bu hayat için gerekli. Ama kalp ve duygular onlar hep çocuk kalmalı bence. O zaman hayat daha güzel olur... Bence yani...
Yağmur başlamıştı. Cama vuran yağmur damlalarının ritmi kulağa çok hoş geliyordu. Zaten hep sevmişti yağmuru. Yağmurla ilgili olan herşeyi seviyordu. Çamura bile itirazı yoktu. Ne de olsa o çamur yağmurun çocuğu değil miydi? Yağmur yağmasa o çamur da olmazdı. Onun için yağmurdan kaynaklanan herşeye razıydı.
Düşünceler içindeyken kendini dışarda buldu. Yağmurda yürümek iyi gelecekti ona. Kafasını boşaltacaktı. Hani bulutlar yağmurla, gökgürültüsüyle içindekileri boşaltırdı ya işte o da bulutlar gibiydi. Yağmur yağacak, o yağmurun kendisini ıslatmasına izin verecek ve bütün sıkıntıları yağmur damlaları ile akıp gidecekti. En azından öyle umut ediyordu.
Müzik çalarını açtı. Kulaklığını taktı. Zaten hep öyle yapmaz mıydı. İçi daraldığı, insanlardan uzaklaşmak istediği zamanlarda böyle yapmaz mıydı. Kulaklığı takar. Müziğin sesini sonuna kadar açar ve muhtemlen o zaman ki ruh haline uygun sadece bir şarkıyı dinlerdi.
Müzik çaları açtığında en son dinlediği şarkının çalmaya başlaması gerekiyordu. Ama ne olduysa başka bir şarkı çalıyordu. Oysa bu şarkının kayıtlı olduğunu bile unutmuştu. Oysa lise yıllarında arkadaşlarıyla ne çok dinlerdi bu şarkıyı... Şarkıyı dinlemeye başladı.
Ne hayallerini, ne hayal kırıklıklarını, ne kazandıklarını ne de kaybettiklerini... Hiç bir şeyi hiçbirini düşünmeyecek, yağmur onu ıslatacak ve o da sadece yağmurda ıslanmanın huzurunu yaşayacaktı...Sadece yürüyecekti. Yağmura yağmura yürüyecekti...
Yaşamın, geleceğin dışardaki insanlara bağlı değil, öyle mi?
Ama yine de, sana değer vermelerini sağlayacak şeylere az çok uyma ihtiyacı hissediyorsun.
Hayal kırıklığı yaratmaktan ve reddedilmekten çekiniyorsun.
Bu nedenle gerçekten hissettiklerini ifade etme izni vermiyorsun kendine, isteklerine göre davranmaya da izin vermiyorsun.
Başkalarının beklentilerine uyum sağlamak için çabalıyorsun. Ve bu senin kendi insiyatifin. Kimse bunu senden istemiyor.
Evet ne var ki bu bir tercih değil. Kendi kendine ''bugün benden bekleneni yapacağım demiyorsun.'' Bilinçdışı bir şekilde kendini bunu yapmaya mecbur hissediyorsun.
Yoksa seni sevmeyeceklerini, artık seni istemeyeceklerini sanıyorsun. Dolayısıyla farkına bile varmadan kendini kısıtlamalarla sıkıyorsun.
Yaşamın fazlasıyla kısıtlanmış oluyor ve sonunda kendini özgür hissetmiyorsun. Ve başklarına öfkeleniyorsun.
Başkalarını hayal kırıklığına uğratmayacak şekilde davranmaya mecbur kalındığında, bize karşı olan beklentilerine belli bir şekilde cevap vermek için ya da onların adetlerine saygı göstermek için böyle davranıldığında...
Evet, düşün ki bu bazı kişileri bize karşı çok talepkar olmaya yöneltiyor, sanki onların isteklerine boyun eğmek bizim görevimizmiş gibi hissediyorlar. Bu belli bir süre sonra onlara tamamen doğal geliyor.
Bu sonuca sebep tamamen bizim davranışlarımız.
Özgürlük bizim içimizdedir. İçimizden gelmelidir. Sana dışardan verilmesini bekleme!!!
Sonra... Sonrası yok işte. Belki paramparça değil ama hislerimde bir kopukluk hissi var... Siz hiç bilir misiniz hislerin paramparça olmasını?
Hisler sensindir aslında. Senin attığın her adımın, söylediğin her sözün mimarıdır onlar. Sen istemesen bile senin mantığının efendisidir onlar.
Parçalanmış bir his yumağı gibiyse için, duygularının anlamsızlığına şahitse bedenin, batmakta olan bir güneş gibidir gözlerin. Karanlık bakan tarafı ağır basmaktadır...
Anlar mısın, aslında asıl soru anlatabilir mi lal olmuş dilim? Ya da anlayabil diye çaba gösterir miyim?
Bana sorsalar bu soruyu, öylesine olan bana, kesin bir red cevabıyla karşılık bulurdu.
Ama öyle bir bana soruldu ki bu soru, öyle başka bir ben'e çarptı ki soru, yankısı beni yıktı. Yıktı da yeniden var etti...
Sanki, değişmek denen kelimeyi ince ince aklıma işledi. Her hücreme tek tek nakş etti...
Çok şey mi istiyoruz diye düşünüyorum bazen. Dışardan insanlar baktığında mutlu olacak şeylere sahipsindir aslında. Evin, ailen, önce okulun, şimdi işin... Çoğu insanın olmasını isteyeceği şekildedir. Sağlıklısındır. Bazı insanların herşeyi vardır ama sağlıkları yoktur. Hayattan zevk alamazlar.
Aslında dediğim gibi. Dışardan baktığında herşeye sahipsindir.Ama aslında hiçbirşeyin yoktur. Çünkü mutlu değilsindir. Mutlu olmayacak neyin var. Yediğin önünde, yemediğin arkanda der insanlar. Ama öyle değildir.
Sırf okul zamanı eve yük olmamak için fazla gezip tozmamışsındır. Ne de olsa herşey para. Tasarruf etmek gereklidir. Evde oturursun. Annene yardım etmek için okuldan doğru eve gidersin.Ya da okula gitmeden önce daha erken kalkar evi temizler, siler süpürürsün. Sırf annen yorulmasın diye.
Düşünürsün, hayal edersin. Okul bitip de kendi paranı kazanmaya başlayınca yaparım, o zaman ertelemem gerekmez dersin. Ama yine olmaz. Evin geçim derdi binmiştir omuzlarına. Gezmek nerede. Zorunlu olan ihtiyaçlarını alırken bile suçluluk hissetmeye başlarsın. Sanki onları fuzuli alıyormuşsun gibi. Bir suçluluk psikolojisi çöker üzerine.
Ama evdeki herkes aslında senin gibi davranmaz. Gezer, tozar. Kafasına göre harcar. Birşey demeye hakkın yok diye düşünürsün. Sen zamanında onları düşündün. Gezmedin, yapmak istediklerini yapmadın, ama o seni düşünmek zorunda değil.
Yaşamak istediğin şeyleri yaşayamaz, karşındaki insana söylemek istediklerin şeyleri söyleyemezsin. Söylersen belki bi şeyler olacak ve planlar yapmaya başlayacaksınızdır. İleriye dönük planlar yapmak istersin. Hayat bu herkes bi gün kendi yuvasını kurup gidecektir. Ama sen onu bile düşünürken suçluluk hissdersin. Aileni şimdi bırakamazsın, şimdi kendi başına olamazsın diye düşünürsün yine.
Böyle böyle yılların geçmiştir. Herkes kendi hayatını kurmuştur. Ama sen diğerlerinin hayatını kurmasına yardım etmek için kendi hayatını kurmaya vaktin ve gücün kalmamaıştır. Onları yalnız bırakamam dediğin ailenin fertlerinin herbiri seni yalnız bırakmayı düşünmeden kendi hayatlarını kurmuştur. Ama sen seçmişsindir bunu. Belki isteyerek, belki istemeyerek. Ama sen seçmişsindir. Mutsuz bir hayat yaşamayı sen seçmişsindir.
Böyle mutsuz bir hayatı yaşamak istemiyorsan; yapmak istediklerini yap, birini mi seviyorsun söyle, birinin yaptıklarından hoşlanmıyor musun karşındakiinin kırılmayacağı dille ona bu durumu anlat, birisini özledin mi yanına git, bağıra bağıra ağlamak mı istiyorsun kimseyi umursama ağla, kahkaha mı atmak istiyorsun at bırak senin hakkında ne düşünürlerse düşünsünler. Zaten insanlar, diğerleri hakkımda ne der diye yapmak istemedikleri şeyleri yaptıkları için mutsuz olmuyorlar mı? Karşındakini mutlu etmek için kendileri mutsuz oluyorlar.
Şimdiye kadar hep böyle yaşadın. Ama bundan sonra insanlar farklı bir sen görecekler. Belki çok şaşıracak, belki kızacak bekli de çok hoşlarına gidecek. Hiçbirini umursama ve mutlu olmaya bak. Hayat; mutsuz bir yaşamı yaşarken çok acı verici ama mutlu iken çok eğlenceli.
Bi söz vardı okuduğum. Ya payına düşen kederi parlatacaksın yada ömrünle iyi geçinmeye bakacaksın. İkincisini tercih edersin umarım...
Uçukladım. Evet uçuk çıkarıyorum yaaaa. Dudağım şişti. Hani dudağa silikon yaparlar da düzgün olmaz yamuk yumuk bi görüntü olur ya işte aynen o vaziyetteyim. :( En son 6-7 sene önce falan uçuklamıştım. Bu yaşıma gelinceye kadar ki 3. uçuk çıkarmam. Öyle kolay kolay olmaz yani. Çok önemli şeyler olmalı. Bu yorgunluk, uykusuzluk ve can sıkıntısı ile birleşince böyle oluyor. Ve 6-7 yılda bir olunca da geldi mi tam geliyor. Düşünün artık dudağımın halini. :(
Valla bu aralar hastalığın, vücut kırgınlığının etkisi ile herhalde hep yakalanıyorum yaaa :( Arkadaşım blogumu yakalamıştı. Ablaların en tatlısı Beyaz Ablam da beni yakalamış. Ama ablam kimseye söylemez. Aramızda kalır demi ablam? :)
Ya yorgunluktan herhalde. Demiştim ya. Pazar günü arkadaşlarımın cafesinin açılışı var diye. Zaten hep o cafe yüzünden yakalandım ya neyyyse. :) Pazar günü çok yoruldum. Onun öncesindeki bi kaç günde uykusuzluk ve yorgunluk ve söylemek istemediğim bi çok şeyle birleşince nevrim döndü yaaaa. Arkadaşın dediğiyle tam bi Kalimero Kılıklı oldum ya. :)
Neyse hasta hasta bu kadar yazdığım yeter. Aslında çok yazmak istiyorum. Dudağım şiş olduğu için bugün doğru dürüst konuşamadım. Ve patlama konumuna geldim. hırsımı yazmaktan ve dolayısıyla klavyeden çıkarabilirim. Umarım şişlik çabuk inerde normale dönebilirim. :)
Bu yazıyı salya sümük bi vaziyette yazıyorum. Gecenin bilmem kaçı olmuş, yarın iş varmış şu an zerre kadar umrumda değil. Az önce bi filmi bitirdim. Aslında yeni çekilmiş bi film değil ama ben daha yeni izledim. A moment to remember (Hatırlanacak bir anı). Offfff ne filmdi yaaaa. Niye her güzel şeyleri hep kursağımızda bırakacak bi şeyler oluyor. Neden masallarda bizi kandırmışlar. Prens ile prenses hani sonsuza dek mutlu mesut yaşıyorlardı. Gerçekte neden öyle değil.
Ağlamam ya ne olacak altı üstü biraz hüzünlü bir romantik filmdir dedim ama öyle değilmiş yaa.Filmin ilk kısmı dedim hatta bu mu yani ağlayacaksınız dedikleri film diye ama sonra bende film koptu. Biriktirdiğim ne varsa herşeye ağladım ve hala da devam etmekteyim...
Neye mi ağladım. Herşeye... O kadar zor zamanlar geçirdim ki şu son 2 buçuk sene içinde. O kadar doldum ki. Babama kanser teşhisi kondu. Ameliyat oldu. Kemoterapi aldı. Hadi atlattınız dediler. Rutin kontrollerde kanserin yenilediği, kemiklere yayıldığı anlaşıldı. Sonra radyoterapi. Onu vücudu kaldırmadı. Dediler hadi tekrar kemoterapi. Zaten o kemoterapinin ilk kürünü bile tamamlayamadık.
Bir akşam öncesinden plan yapmıştık. Annem ve babam hastanedeydi. Ertesi günü en küçük kardeşimin doğum günüydü. 5 yaşına girecekti. Bi pasta alacak, doğum gününü orada kutlayacaktık. Ama olmadı. Olamadı. Sabah 6 buçukta telefonum çaldı. Annem ağlıyordu. Ben önce anlamdım. Ben baban kötüleşti diye anladım. Yolda bizi hastaneye götüren tanıdık başınız sağolsun kızım deyince bende film koptu. O hastane yolunun nasıl bitirdim bilmiyorum. Hastaneye vardığımızda girişte annem, halam, amcalarım hep oradaydı. Diğer hastaların yakınlarıda aşağı inmiş herkes ağlıyordu. Aslında herkes kendi hastasına ağlıyordu. Onkoloji hastanesi. Oradaki herkes Allah'ın belası kanser hastası. İki sene boyunca hep o hastanede olunca alışmıştık artık. Daha doğrusu alıştığımız zannetmişim kendi başına gelince öyle alışmak falan olmuyormuş.Her hafta kesin 2-3 kişi vefat ediyordu. Onlara ağlıyorduk. Gün gelip kendimize de ağlayacakmışız onu anladım.
Şimdi diyeceksiniz. Neden yazdın bunları diye. Bugün babamın doğum günü. Evet 10 Kasım babamın doğum günü. Geçen sene ona doğum gününde ceket almıştım. En son hastaneye o ceketi giyip gitmişti. Ama tekrar giyerek eve dönemedi.
Doğum gününü kutlayacağımız yere babama veda ettik. Çok seslendim onu götürürlerken. Baba, kardeşlerim çok küçük nereye gidiyorsun diye ama beni duymadı. Yada duydu ama ses edemedi. Sessizce yatmış, hastalığından dolayı çektiği ağrılar, sızılar dinmiş sessiz, sedasız uzanmış yatıyordu.
Gittin babam. O günden beri boğazımda bi düğüm var. Ağlamak istiyorum. Ama annem, kardeşlerim üzülmesin diye ağlayamıyorum. Bu gece uzun zaman sonra kendi kendime kaldım. Babamı ne kadar çok özlediğimi kendi halime kalınca daha da çok anladım.
Rahat uyu babacım. Mekanın cennet olur inşaallah.
Doğum günün kutlu olsun babacım... (İlk gözağrın....)
Can arkadaş Kirazlı Dondurma beni mimlemiş. Çok teşekkür ederim canım. :) Bu aralar depresyondan çıkaran değilde depresyona sokan şarkılarla pek bir içli dışlıyım. Ama yine de zamanında beni depresyondan çıkarmış şarkılara bakalım :)
Kenan Doğulu - Şanş Meleğim :) Yolda kulağıma kulaklığı takıp bu şarkıyı dinleyerek yürümek süper oluyor :)
Gülben Ergen - Vıdı Vıdı Klibi çok hoşuma gidiyor. İzledikçe keyfim yerine geliyor. Güzel klip olmuş :)
Gusttavo Lima - BaladaBu şarkı çok hoşuma gidiyor. 5 yaşındaki kardeşimle bu şarkıda süper oynuyoruz. Özellikle çeçeçeçeçeçe kısmı :) omuzlar oynuyor :) halimi düşünün artık :)
Bende; Deeptone'yi, Damlasakızlı Dondurma'yı, Yerli Pollyanna'yı ve Pire Kızı'nı mimliyorum. Ama isteyen herkes yapabilir :)
Çok yorucu bir haftayı bitiriyorum. Ne kadar yoruldum anlatamam. Bütün hafta boyunca projelerin içinde kayboldum diyebilirim. Birini bitir diğerine başla. İçinden çıkmaya çalış. Off be. Ne kadar çok çalışmışım bu hafta. En son projeyi biraz önce bitirdim. Ama bende bittim. Kafam zaten pek yerinde değil bi de projeler işin içine girince bu haftaki halimi siz düşünün artık :)
Bu hafta beni en çok sevindiren şey ise yağmurun yağması oldu. Hatta şimdi de yağıyor. Çok seviyorum yağmuru. Çoğu insanın içi daralır, sıkılır kapalı havalarda. Ama bense aksine bayılırım. Hava kapalı olacak, yağmur yağacak, şimşek çakacak. Bende o havada takacağım kulaklığı kulağıma ayaklarım beni nereye götürürse oraya gideceğim. Hatta bu akşam iş çıkışı öyle yapmayı düşünüyorum. Aslında ayaklarımında, aklımında, kalbiminde gitmek istediği yer aynı ama o kadar uzağa yürüyerek gidemem. :)
Yarın bütün gün evden çıkmamayı düşünüyorum. Yatak keyfi yapmak, canım istediği zaman uyanmak istiyorum. Bi de arkadaşıma ördüğüm paspası bitirmeyi düşünüyorum :) Zaten haftada 1 gün tatilim var onu da kafama göre yaşayabilirim umarım. Bizim ev gibi geleni gideni hiç eksik olmayan bir evde zor ama bakalım artık. Umarım gerçekleştirebilirim.:) Zaten haftaya pazar arkadaşlarımın cafesinin açılışı var. Oraya gideceğim. Bütün gün orada olurum. Ve muhtemelen çok yorulurum. Bu arada Konya'da olanlar buyursunlar gelsinler cafemizin açılışına. Cafemiz Konya'yı bilenler iyi bilir. Selçuk Üniversitesi öğrencilerinin oturduğu Bosna Hersek mahallesinde. Gittim gördüm. Çok güzel olmuş. Konya'da olan herkesi davet ediyoruz.
Tam 11 gün olmuş yazmayalı. Niye bu kadar yazmadım diye düşündüm. Sonra dedim e normal yani iş son günlerde çok yoğundu. Bi de malum bayram vardı. Ve onun öncesindeki zorunlu temizlik ve hazırlık seramonisi :( Canım çıktı yaa. Ev temizle, yaprak sar, lahana sar, baklava yapmaya çalış valla artık arefe günü pilim bitmişti. Zaten Kurban Bayramında iş hiiiiç eksik olmaz. Gelen misafirleri ağırla kahve yap, çay yap, ikramlıkları getir... Bütün bayramım böyle geçti. Evde yan gelip yatanlara çok özeniyorum valla.
Bayramın ikinci günü köyümüze gittik. Babannemi, büyüklerimizi bayramlamaya. Babamın kabri köyümüzde. Onu ziyaret ettik. Uzun uzun konuştum onunla. Hayat ne kadar garip ya. Geçen sene birlikte gitmiştik köye. Arabayı babam kullanmıştı. Dedelerimin kabrini birlikte ziyaret etmiştik. Şimdi onlara arkadaş olmuş onlarla birlikte o da yatıyor. Mekanı Cennet olsun inşaallah...
Dün de babam onkoloji hastanesinde yatarken en son ki oda arkadaşını ziyarete hastaneye gittik. Onlar ilk kemoterapi kürlerini alıp pazar günü çıkmışlardı. Babamda onlar gittikten iki gün sonra vefat etmişti. Biz köyde cenaze işlemleri ile uğraşırken o oda arkadaşı aramıştı babamın telefonundan. Nasılsın abi ne yapıyorsun diye aramış. Ben çıkmıştım telefona. Babamın vefat ettiğini söyleyince amca hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Dün bizi hastanede görünce yine tutamadık çeşmeleri hep beraber ağladık. O hastaneye giderken o kadar zorlandım ki. En son 5 haziran sabahı ağlaya ağlaya çıkmıştım o hastaneden. O zamandan sonra hiç gitmedim. Ziyaret etmem gereken hastalar oldu ama gidemedim. Ayaklarım geri geri gitti. Yapamadım. Kendimi ancak toplayabildim. Ama bi daha kolay kolay gidemem.
Neyse onlarında gölünü yaptık. Hasta sevindirdik. Sonra teyzemlere ziyarete gittik. Gece dönüşte stadın oraya kadar dolmuşla geldik. Sonrasında da eve kadar gece soğukta yürümeyelim taksiye binelim dedik. Taksici evin yakın olduğunu duyunca bizi almadı. 6 kişiyi alamam dedi. Gıcık adam. İlk işim en uygun olduğum zamandak külüstür de olsa bi araba almak. Sinirden güle güle eve geldik. O adama ben yapacağımı biliyorum. Yüzü aklımda ve asla unutmam. Bi gün arabamla korna çala çala önünden geçeceğim. :)
Neyse sabah koştur koştur işe geldim. Bayram maratonu da böylece bitmiş olduuuuu... :)
Sizin bayramınız da benim ki gibi yorucu mu geçti, yoksa yan gelip yatanlardan mıydınız?