29 Aralık 2014 Pazartesi

ÜŞÜMEK...

Üşürsün iliklerine kadar. 
Hem de ne üşüme... 
Sobaya iyice sokulur ısınmaya çalışırsın... 
Ama nafile seni ısıtacak gürül gürül yanan bir soba değil, bir çift el ve bir çift gözdür aslında...

20 Aralık 2014 Cumartesi

OYUN HAVALI GÜNLER :)


Eveeeet. Geldim işte. Çok yorgunum yaaa. Dün akşam buradan da nişanını yazdığım canım arkadaşım Rabişimin kına gecesi vardı. Bi döktürdüm, bi döktürdüm ki sormayın. Hiç yerime oturmadım valla :) Ama gecenin sonunda ise yorgunluktan bitmiş durumdaydım. Rabişimin isteği üzerine akşam onlarda kaldım. Ama uyumak ne mümkün :) Herkes çok yorgun ama kimsenin gözünde bir gram uyku yok. :) Bayağı bir geç saatte yattık. Allah'tan düğün ertesi günü değildi. Pazar günü olacak. Yani yarın. Saah bi güzel kahvaltı yaptık. Ee sonra bende ofisime geliyim dedim. İş güç beni bekler dimi ama :) Yarın Rabişim için büyük gün. İnşaallah şimdi olduğu gibi heeep musmutlu olur fıstığımmmm.
İşte böyle ben oynamalı, yoğun günler geçiriyorum ama arkadaşım mutlu olsun yeter ki ben yorulmaya razıyım :) 

12 Aralık 2014 Cuma

İHTİYACIM OLAN HUZUR... YAĞMUR...

Huzur...Yağmurda hep huzur bulmuşumdur. Bazıları için yağmur ıslanma, çamur, kaos anlamlarına gelebiliyor ama ben yağmurda huzur bulanlardanım.
Huzura ihtiyacım var bu aralar. Ağlamaya... Ağlayamadığım içinde migren yokluyor sürekli :( Yağmur benim gözyaşlarımı kendi damlaları ile saklıyor, görmüyor kimseler ağladığımı... Görmesinler de zaten...
Yağ yağmur... Hep yağ, yağ ki huzur bana da uğrasın...

8 Aralık 2014 Pazartesi

YAĞ YAĞMUR...

Gel artık.
Seni o kadar çok özledim ki.
Dokun parmak uçlarıma.
Dokun göz kapaklarıma.
Senle dolsun her bir tarafım.
Dolsun ki her tarafım senle, ağladığım anlaşılmasın.
Gel artık al götür bütün dertletimi.
Aksın gitsin tüm derdim tasam, hüznüm, kederim...
Yakınında olmak istediğim, nefes alıp verişlerini hissetmek istediğim ama hissedemediğimin yerine tut ellerimi, dol göz pınarlarıma...
Yağ artık...
Yağ yağmur, yağ ki ağlamalarımı anlamasınlar...
Gözyaşı değil, yağmur taneleri sansınlar...

SIMSIKI...


Sustu kadın... Oysa söylemek istediği o kadar çok şey vardı ki. Mesela onu delice sevdiğini söylemek, ona sarılmak, omuzlarında ağlamak istiyordu. Ama yapamadı kadın. Gururu buna izin vermedi.  Zaten şimdiye kadar hiçbir zaman kalbini dinlememiş kalbine ağır zincirli prangalar geçirmişti. Olmazdı. Olmamalıydı... Susturdu kalbinin sesini, gururu. Arkasını dönüp gitti. 

Sustu adam... Baktı kadının gözlerine. O gözler bi şeyler anlatmaya çalışıyordu ama... Uzatsa elini, tutar mıydı ellerini? Gel gidelim dese. Gelir miydi hiç sormadan sorgulamadan? Gelmezdi. Gelemezdi... Gidiyordu işte... Ama hayır, olmaz buna izin veremezdi... 

Koştu arkasından. Kolundan tuttu. Kadın kolunun  bir anda sımsıkı tutulmasının şaşkınlığını attıktan sonra anlayabildi adamın ağladığını. Olmaz dedi adam, bırakmam seni. Kadının kalbi kalın zincirli prangalarını kırmıştı sonunda. O da gözyaşlarına engel olamıyordu artık. Adam çok sonra fark etti, hala kadının kolunu sımsıkı tutmaya devam ettiğini. Kadın onu bile fark etmemişti. Ağlıyordu. Hiç utanmadan, korkmadan ağlıyordu. Gözyaşları yanaklarını ıslatmayalı uzun seneler olmuştu.  

Sarıldılar sımsıkı. Bundan önce yitirdikleri zamanların acısını çıkarırcasına. İkisi de ne kadar uzun süre sarıldıklarını hiç hatırlamayacaktı. 

22 Kasım 2014 Cumartesi

İŞ İŞ İŞ :)


Eveeeet ben geldim. Artık yavaştan yavaştan daha çok yazmaya başladım. Onun için çok mutluyum. İş güç halleri var bende bu aralar. Anlatmaya başlıyorum.:)
Annem insanın "eski" patronlarıyla uğraşması ne zormuş yaaa. Adamlar hem son ay ki maaşımı vermediler hemde sgk bazında borçları vardı onu da vermiyorlar. Ama Allah büyük hiç beklemedikleri bi şekilde bana ödeyecekleri miktarın yarısı benim ayağıma geldi. Ben Allah'a havale etmeyi çook seviyorum Eğer haklıysan Rabbim sana getiriyor onu. 
Sonracıma mesleki açıdan beni mutlu eden olaylar yaşıyorum. Önceki firmamda danışmanlık yaptığımız ve benim bizzat ilgilendiğim firmalar bana telefon açıyorlar ve siz çıktığınızdan beri hiç bir işimiz yapılmıyor. Vermedikleri hizmetin parasını istiyorlar. Siz işlerimiz hallediyor, bizi bilgilendiriyordunuz diyorlar. Bundan sonraki işlerimizde sizinle çalışacağız diyen birçok yetkili ile telefon görüşmesi yaptım. 
Eski iş yerimde verdiğim emeklerin boşa gitmediğini, patronlarım görmese, önemsemese dahi firma yetkililerinin - benim gelecekteki müşterilerimin fark etmesi daha güzel. Bi söz vardır sizde bilirsiniz. "İyilik yap at denize balık bilmezse halik bilir" diye gerçekten çoook doğru. :)


15 Kasım 2014 Cumartesi

BİLİYORUM GÖRÜYORSUN...


Rabbime ne kadar şükretsem az. Üniversitede açma hayalini kurduğum ofisimin içindeyim şimdi. Bir sürü misafirim, müşterim geliyor hayırlı olsun demek için. Geçen gün amcam da geldi hem hayırlı olsun demek için hem de onun işlerinin de danışmanlığını yapacağım onları konuşmak için. Sohbet ettik işten konuştuk sonra amcam gitti. Dün annem ve yengemin oturması vardı. Yengem anneme demiş. Amcam akşam eve geldiğinde yengeme anlatırken ağlamış. Ne güzel kızımız kendi işini kurdu diye. Keşke abim de görseydi diye. :(
Ama ben biliyorum. Babam her ne kadar dünya gözüyle göremediyse de oralardan görüyor beni. Kızıyla gurur duyuyor. 
Merak etme babacım. Asla başını yere eğdirecek bişey yapmam. Hep senin ve annemin gurur duyacağı bir evlat olacağım. 
Rahat uyu babacım...

8 Kasım 2014 Cumartesi

İSTEDİĞİNİ YAPABİLME ÖZGÜRLÜĞÜ... :)



Eveet nihayet kendi ofisimdeyimmmm :) Sonunda yıllardır istediğim üniversite yıllarımda hayalini kurduğum ofisimin içindeyim. :) 

Ama bir bilseniz ne kadar da zor oldu bu ofisi açmak. Ayrılacağımı ve ayrılırken yanımda benimle devam edecek işler olduğunu öğrenen patronlarım (pardon eski patronlarım) hiç de hoş olmayan tavırlar sergilediler. Sırf onların dedikleri ve yaptıklarından dolayı iki gün ağladım. Onlar bana bir sürü kötü söz demelerine rağmen ben hiç bir şekilde kötü bir söz dahi söylemedim, söylemem de zaten o kendi kötü tarafını gösterdi diye benimde onun seviyesine düşmem gerekmez dimi ama :)

Dün arkadaş aradı hava çok güzel beraber biraz gezelim mi diye. Bana o kadar garip geldi ki ilk defa o saatte iş dışında keyfim öyle istediği için dışardaydım. Ayrıldığım iş yerinde çalışmaya okuldan mezun olmadan bir ay olmadan önce başlamıştım ve üç senedir de aralıksız orada çalışıyordum. Ama hiç bir şekilde giriş çıkış saatlerinde esnekliğe müsama gösterilmiyordu. Bankada yada herhangi bir yerde işim olduğunda izin almak ise deveye hendek atatmaktan zordu. Düşünün bir anda bunların hepsinden kurtuluverdim. :) Dün sudan çıkmış balık gibiydim. İstediğim şeyi istediğim saatte yapmakta özgürüm artık. :) Bana bu çok garip geldi ama artık bu benim elimde heyoooooo :)

Öyle işte. Ben bu aralar iş hayatımda çok mutluyum. Mutluluğum hepimizin hayatının her anına dağılsın  inşaallah. :) Öpüldünüz.

29 Ekim 2014 Çarşamba

YUPPİİİİİİİİ :)

Eveeeet işte geldim burdayımmmm :)
Çok çok çok yoğun günler geçiriyorum. Çok yoğun ama çok mutlu günler yaşıyorum.  Beni takip edenler bilir iş ortamımdan yakındığımı, çok yorucu olduğunu, patronlarımı falan filan.
Amaaaaaaa inşaallah bunların hepsi bitiyor. Çünkü kendi ofisimi açıyoruuuuum.:) Çok çok çok çok mutluyum. :D Hatta şu anda ofise mobilyalarım geldi onlar kuruluyor. :) Artık kendi mühendislik ofisim olacak. Rabbim inşaallah yüzümün akıyla bu işi başarmayı nasip eder.
Neyse benim çok işim var şimdi. Artık rahat rahat yazabileceğim günler çoook yakın. Ama şimdilik bu kadar.
Öpüldünüz. :)

13 Ekim 2014 Pazartesi

YAĞMUR VE MELEKLER...


Her bir yağmur tanesini bir melek indirirmiş yeryüzüne...
Yağmur var şimdi şehrimde...
Semada melekler beklermiş edilen dualara amin demek için...
Ben duamı ettim...
Meleklerin aminlerini kabul eyle Allah'ım...

4 Eylül 2014 Perşembe

İÇİM ÜŞÜYOR...

Resmin benimle konuşmayı bıraktı be babam...
Neden konuşmuyorsun benimle bu aralar?
Oysa ki ben ne kadar çok istiyorum seninle dilimden kelimeler dökülmeden konuşabilmeyi.
Zaten artık başka türlüsü de mümkün değil ki...
Çok özlüyorum be babam seni.
Yaşarken de hiç yapamadığımız sohbetlerin hasretiyle içim üşüyor...
İnsan hiç yapmadığı bir şeyi özler mi, eksikliğini hisseder mi?
Hisseder be babam...
Hemde öyle bir hisseder ki...
Nasıl mı hisseder?
Küçük kardeşi her "baba" kelimesini söylemeye kalktığında, ne yapsam da konuyu değiştirsem diye düşündüğünde hisseder.
Kendi özlemimden geçtim de babam o fıstığım daha çok küçüktü.
Baba demek istiyordu.
Şimdi demiyor. Diyermiyor. Dedirtmiyoruz. Konuyu değiştiriyoruz.
Seninle ne çok anımız oldu be babam demeyi o kadar çok isterdim ki.
Ama yok ki yok...
İş güç telaşından göremedik ki birbirimizin yüzünü.
Seni arka arkaya en çok gördüğüm zaman senin son iki senendi...
Onda da zaten hastane odalarındaydık maalesef evimizde değil...
Neyse ben daha fazla devam edemeyeceğim be babam...
Sen konuş benimle fotoğraflarınla da olsa tamam mı?
Gir rüyalarıma özletme kendini...
Küsme bana. Sana layık bir evlat olmaya çalışıyorum.
Hep dualarımdasın...
                                    İlk gözağrın...

27 Ağustos 2014 Çarşamba

GÖZLERİNİN İÇİ GÜLÜYOR :)


İnsanın gözlerinin içi gülüyor sözünü bugün gerçek anlamda yaşadım.

Canım arkadaşım Rabişimin bugün gözlerinin içi gülüyor. Hatta şu anda bende ona bakıyorum. Çoook mutlu inşaallah bir ömür boyu da böyle mutlu olur. Tabi ki hayat bu her daim güllük gülistanlık olmaz ama inşallah o gözlerindeki ışıltı bir ömür boyu ona eşlik eder.  

Rabişim bitanem. Senle bundan yaklaşık on sene önce tanıştık. Lise yıllarımda seninle ağladığımız, çatlayıncaya kadar güldüğümüz bi dolu anımız oldu. Erkek ağırlıklı bi lisedeki bi avuç kızlar ve hatta yıl sonunda artık erkek gibi davranmaya başlayan kızlar olarak çok güzel arkadaşlıklar çıktı. Sen benim için oradaki arkadaşlarım listesinde en üst sıradasın. Bu satırları seni ve nişanlını izlerken yazıyorum. Kuzum yüzün böyle gülsün. Seni izlerken gözülerim doldu. Uzaklara daldım gittim ama senin gözlerin hiç dolmasın hep gül olur mu bitanem. 

Aaaa dur kıss ağlamayacağım yaa. Daha nişan be bu. Kınası, düğünü var bunun daha karşılıklı göbek atacaz.:)

İyiki hayatıma girmişsin. İyi ki beni arkadaşın olarak kabul etmişsin. Seni çook ama çoook seviyorum.

10 Ağustos 2014 Pazar

ELA GÖZLÜ BİR ÇÖL AHUSU...

Leyla...
Ela gözlü bir çöl ahusu...
Mecnununu arayan bir mecnun...
Yana yakıla onu arayan ama bulamayan, bulamadıkça daha da mecnun olan Leyla...
Ama bu defa roller değişti...
Çölleri aşan Mecnun değil artık, Leyla...
Belki de Mecnun hiç mecnun olamayacak hep Kays olarak kalacak...
Zaten Kays'ı mecnun yapan Leyla'ya duyduğu aşk değil mi?
Roller değiştiğine göre mecnunluk mertebesi Leylanın hakkı...
Ha Leyla olmuş mecnun ha Kays...
Aslolan aşkın kendisi değil mi?
Ama şimdilerde olduğu gibi ayaklar altına düşen aşk değil bu aşk.
Bu aşk başka aşk...
Artık belki de bu dünyada bulamayacağımız bir aşk...
Ya aşk buraları erken terki diyar eyledi ya da biz ona geç kaldık...
Belki de yaradan bize gerçek aşkı, sol tarafını tir tir titreten bir aşkı nasip etmedi kim bilir...

10 Temmuz 2014 Perşembe

AKSİYON DOLU GÜNLER...

Aksiyon! aksiyon! aksiyon! 
Son bir haftamı kısaca bu şekilde özetleyebilirim. Başlıyorum anlatmaya. :)

İlk aksiyon cuma günü başladı akşam üstü sitedeki komşumuzun küçük kızı kardeşimi aradı. Onun kardeşi öğleden beri ortada yokmuş. Kardeşimin haberi var mı diye sordu. Ama bizde kimsenin haberi yoktu. Sonra öğrendik ki kız evden kaçmış. Ve sıkı durun kız 14 yaşında. Sadece 14. Ve öğrendik ki birlikte kaçtığı erkek arkadaşı da 14 yaşındaymış. Kızın babasını sevmem ama annesi ve ablası çok iyiler. Onlar için çok üzüldüm. Tüm hafta sonu kız aradılar ama bi türlü bulamadılar. Sonra bizi bu kaçaklar facebookdaki duvarlarına pazar akşamı yazı yazmışlar. "Biz iyiyiz bizi merak etmeyin. Bizi buna siz mecbur bıraktınız. Bikaç ay yetecek paramız var bizi merak etmeyin. Hepinizden özür dileriz" demişler. Küçük salaklar faceye girdikleri pc'nin polisler tarafından hemen bulunacağını bilememişler :) Veee sonuç pazar gecesi bizim küçük kaçakları polis enseledi :) Kız o günden beri hiç görünmedi muhtemelen güzel bir ceza aldı. 

Allah'ım yaaa kaç yaşındalar ne yaşamışlar da kaçmaya mecbur kalmışlar. Kızın hayatını biliyorum yaa. El bebek gül bebek yani. İşte öyle. Şimdiki ergenler bi başka . Bizde o çağı yaşadık ama böyle değildik anacım. Allah sonumuzu hayır etsin valla :)

Sonra bitmedi ya durun durun. Bende aksiyon biter mi???

Cumartesi akşamı küçük kız kardeşimle tartıştık. Küçük dediysem aslında küçük değil. Hanımefendi 16 yaşında. Yani ergenliğin zirvesinde. O belgesel izlemeye bayılır. Tamam bende severim belgesel izlemeyi ama kardeşim akşamın 11'inde belgesel izlemek hiç de iyi bir fikir değildi. Tartıştık biraz annem geldi ablan haklı belgeselini evde tekken izle bütün gün evde teksin istediğini izle. Şimdi herkesin izleyeceği bi şeye koy dedi. Bizim ergen anneme sanane dedi. Annem sen kime sanane dedin diye sorduğunda ise sana diye çemkirdi. Annem de çok sinirlendi. Tamam biz annemin ilk gençlik zamanlarına denk geldik. İkiz kız kardeşlerimle annemden dayak yedik ama ufaklar yemedi. Annem çok sinirlendiği için bunun üzerine yürüdü ve buda kaçtı kendini odaya kapattı. Odayı arkadan kitledi. Aman olsun demeyin. O oda benimde odam. Düşünün artık halimi odamı bi ergenle hemde pasaklı bir ergenle paylaşıyorum. :( 

Uzun kapıyı açtırma girişimlerimize karşın bizim ki kapıyı açmadı.  O arada sahur vakti olduğu için sahuru hazırladım ama sinirimden yemedim. Yaa hepi topu bi pazarım var onda da uyuz kardeşim kapıyı kitlediği için yatağıma yatamadım. Tüm gece evin odalarında uyumak için dolaştım durdum ama olmadı. Uyuyamadım. Sabah bizimki kapıyı yine açmadı. Kardeşlerimin ve annemin çık demelerine karşın açmadı ve bilerek bizi korkutmak içinde kesinlikle hiç ses vermedi. Kilidi itip evde uyan diğer kilitlerle kapıyı açmaya çalıştık olmadı. Arka taraftan kilidin yuvasına peçete sıkıştırmış. Kilidi önden söküp kapıyı açmaya çalıştık yine olmadı. En son annem sinirli bir şekilde çilingir çağıracam illa ki o odadan seni çıkaracam işte o zaman elimden seni kimse alamayacak dedi. Bunu dediğinde ise saat öğleden sonra 5'di. Düşünü artık kaç saat uğraştığımızı sonra içerden gidin başımdan diye bağırdı bizim ergen. Biz o karar uğraşırken bu bütün gün fosur fosur uyumuş sonra mecburen kapıyı açtı. Zorla odanın anahtarını elinden aldık. Eee bi daha kilitleme olaylarına maruz kalmamak için. 

Sonra bi şekilde hafta sonu bitti derken ofisteki iki bayan arkadaş tartıştı. Aslında araları çok iyiydi. İkisi de halim selim insanlar, iyi niyetli insanlar. Aslında ortada incir çekirdeğini doldurmayan bir neden yokken sadece birbirlerini yanlış anlamalarından ve kendilerini yanlış ifade etmelerinden kaynaklandı. Gergin geçen iki günün sonunda ise tartışan arkadaşlardan biri istifa etti. :( Sonra ofiste temizliğimizi yemeğimizi yapan abla da ay sonunda patronlara işi bırakacağını söyledi. Patronlar da beklemeden onu işten çıkardılar. Aynı gün iki kişi isten ayrıldı. :( Dolu olan ofis bi günde boşaldı.

Şu anda da ofiste tek başımayım ve bi sürede anlaşılan böyle olacak. :(

İşte böyleeeee. Benim bi kaç günlük özetim böyle. Yorgunluk ve stresten ağzımın içi yara doldu. Hiç keyfim yok. :( Bakalım ne zaman nasıl düzelir. Geçen sene ramazanda da iş hayatım berbattı. Bu sene de öyle bakalım nasıl devam edecek???

27 Haziran 2014 Cuma

VUSLAT...

Rüyalarımdaki...
Yavaş yavaş mı geliyorsun?
Son günlerde senli ya da seninle ilgili rüyalar görüyorum.
Neredesin, nerelerde, ne yapmaktasın?
Daha bi dolu sorum var daha sana...
Ama bir bilsem sen kimsin, işte o zaman bütün bu sorularım cevaplanacak.
Senmişsin rüyalarımdaki kişi, seni görüyorum rüyamda daha doğrusu öyle hissediyorum.
Uyanıyorum, uyandığımda sabah ezanları okunuyor...
İçimde rüyamın ve ezanın sesinin verdiği bir huzur...
İşte bu paha biçilemez...
Bu aralar senli rüyalarım çok sıklaştı.
Sanırım vuslata az kadı...

26 Haziran 2014 Perşembe

YOĞUN YOĞUN YOĞUN GÜNLER :)


Ayyyyy çok çok çok yoğun ve yorucu günler geçirdim ve geçirmekteyim. Hoş beni burda az çok tanıyanlar benim maalesef çok yoğun bir iş hayatının içinde olduğumu biliyorlar. Yaklaşık onbeş gündür ise ayrı bir yoğunluğum vardı. Geçtiğimiz haftasonu arkadaşımın düğünü vardı. Kına Ankara'da,  düğün İzmir'de,  o kadar yolu gelip de gelmezseniz küserim diyen arkadaşım Soma'da bense Konya'dayım. 4 gün içinde Konya'dan başladığım yolculuğumu tüm bu dediğim yerlere giderek tekrar Konya'da noktaladım. Yorgunluktan canım çıktı. Ama çok da güzeldi. Düğünden sonra geldiğimde ise beni bir yığın iş bekliyordu. Onları bitireceğim diye canım çıkma aşamasına geldi geldi gitti :) 

Sonra ailemde değişiklikler oldu. Benim küçüklerim olan ikiz kız kardeşlerim okullarını bitirdiler ve mezun oldular. Onları da artık genç mühendisler kadromuza almış bulunmaktayız. İkizlerden biri geçen günlerde iş buldu. Diğeri ise bugün iki yerle görüşmesi var ve büyük bir ihtimal onun işi de olacak. Sonra benim bu blogda tanıdığım canım Kartanem'de mezun oldu. O daha okulu bitirmeden benim gönüllü psikologluğumu yapıyordu. Ama artık o da diplomasını aldı ve psikolog oldu. :) İnşaallah o da Kpss'den çoooook güzel bir puan alacak ve atanacak. (Atanacağı yer konusunda benim bir duam var bakalım kabul olacak mı?) :)

Sonra benim en küçük kardeşim fıstığım ilkokul biri bitireceğinden bir gün önce bahçede oynarken düşmüş ve kokunu kırmış. Fıstık bizi çok korkuttu. Ama şükür şimdi çok iyi :) Sonra onu yaz kursuna verdik. Tam bizim ufaklığa göre. Hem dini eğitimini alıyor hem de farklı etkinliklerde bulunuyorlar. Deneyler yapıyorlar, akıl oyunları oynuyorlar. Daha dün belki bilirsiniz insanlığın yerleşik hayata geçtiği ilk yer olan Çatalhüyük Konya'da oraya gitmişler. Bize bir anlatıyor bir anlatıyor. Gülmekten karnına ağrılar girer. :)

Öyle işte ben yine yoğun, ben yine yorgun ama ben yine mutlu :)

Veee yine istediğim gibi bloga sık sık yazamıyorum, arkadaşlarımın yazılarını okuyamıyorum ama elbet telafi edeceğim. İş hayatıma dair radikal kararlar alıyorum. Önümüzdeki mevsimde inşaallah bunları gerçekleştireceğim ve artık inşaallah istediğimi istediğim gibi yaşayabileceğim, gün içinde bişeyi yapmak için patrondan izin alma durumum ortadan kalkmış olacak. Yani inşaallah :)

Çooook konuştum yaa ben. Bi sürü iş var beni bekler. Hadi ben kaçtım. :D


7 Haziran 2014 Cumartesi

MUTLU SONUN BAŞLANGICI :)


Yüreğimin en kuytu köşelerinde ben hep seni bekledim... 
Kırılırken birer birer dallarım, ben en sağlam dalımı kırmadan sana sakladım. 
Sonbahar rüzgarlarında savrulurken yapraklar, ben bir yaprak tanesi gibi sana savrulmak için bekledim. 
Her geçen gün kaybolurken hayatın içinde, ben seni bulmak için direndim… 
Bir ümitle sen çıkacağını düşünerek dönerken her köşeyi, hüsrana uğradım her dönüşümde... 
Hüsranlıklarla dönerken köşeleri ben yine bir ümitle seni bulmayı bekledim. 
Kaybolurken her geçen gün ümitlerim, ben en küçük ümit tanesini içimde büyüterek girdim karanlığın kör kıyılarına... 
Yıllar yılı karanlıklara, çıkmaz sokaklara girdim seni bulmak için... 
Şimdi yitirmişken sana dair ümitlerimi işte tam o anda sen çıktın karşıma... 
Sensiz kurduğum SENLİ hayaller artık seninle gerçek olacak… 

NOT: Liseden canım arkadaşım Rabişim şu günlerde çok güzel heyecanlar yaşıyor. 
İnşaallah hayatın boyunca hep mutlu olursun canım benim. :)

31 Mayıs 2014 Cumartesi

YAĞMUR...

Bu ses… 
Yoksa sokaklar mı coşuyor? Usul usul ve sürekli bir melodiye ritim tutuyor gibi sokaklar. 
Peki ya bu koku ne? 
Toprak, suya doymuş olmalı. Mutluluktan, mis gibi bir koku üflemiş ağaçlara, havaya, boydan boya tüm şehre, hatta kuşların kanatlarına bile.  Kanat çırptıkça, o nefis kokuyu katmerleniyor katmerleniyor insanı büyülüyor. Şehir, sahip olduğu renklerin daha bi koyusuna bürünmüş, tüm albenisiyle duruyor. Sokaklarda in cin top oynayadursun, ilerde bir çift el ele ıslanıyor. Kızın saçlarından süzülen damlalar, yerdeki su birikintileriyle buluşuyor. Adamın kirpiklerinin ucunda bir damla yerdeki su birikintisine kavuşmaya can atıyor. Adam, kızı aralıksız seyretmek için gözlerini kırpmamaya çalışırken, zavallı damla can çekişiyor. Bırak kendini, hadi bırak bırak da sevdiklerime kavuşayım diyor sanki

Pencerelerde küçük çocuklar yağmuru seyrediyor. Bir kadın, söylenerek hızla balkondaki çamaşırlarını topluyor. Arabaların silecekleri o küçük damlalarla başa çıkabileceğini sanıyorlar. Edebiyat severlere, mücadeleyi, azmi anlatıyor damlalar, yüzlerce güzel sözle. Alacağını alamayan hayat, türlü şeylerle seni sınava çekiyor. Öfkelenip camlarını temizledikçe, yenileri ekleniyor; siyah bir arabada huysuz bir adam hala pes etmiyor. Güzel bir kadın, ıslandıkça yeni fönlediği saçları bozuldukça küçük bir kediye dönüşüyor. Birileri ısrarla memnun olamazken; bir tek sokaklar coşuyor. Yağmur, sokaklarla dans edip, kocaman şehirlerin aklını başından almaya devam ediyor. Hızı kesilmiyor ama yetmiyor da… Koş, hadi koş…

Akrep, yelkovanla tam kırk beş derecelik bir açı çiziyor. Zamanın bir önemi var mı? Öğle sıcağı güçten düşüyor yavaş yavaş. Bir yerlerde insanlık dualar ederken, buralarda yağmur damlaların hızına yetişilmiyor. Sokakları ıssız bulan damlalar, çocuklar gibi özgürce ortada koşturuyorlar. Huysuz şoförleri, titiz ev hanımlarını, süslü Pakizeleri sinirlendirip, kahkahalarla gürlüyor. Gökyüzü çıldırmış olmalı, nasıl kuruyacağız bu kadar ıslakken?

Artık dayanamıyorum… Ben de çıkıp iliklerime kadar ıslansam… Güzel elbiselerimin şiddetli damlalarla yıpranabileceği umrumda bile değil. Hatta bir ceket bile almadan atmışım kendimi sokağa. “Sizinle coşmaya geldim, sizdenim… Hey! Ben de sizdenim… “ Sanki uçuyorum. Koyu yeşil yapraklara dokunuyorum geçerken…

Yoruluyorum… Başka bir yer kaldı mı nasibini almayan? Ahmakıslatan değil bunun adı, aklı olan ıslanıyor. O kadar şımarıyorum ki, kendimi bir şey sanıyorum. Her şeyden uzaklaşıp, tadını çıkarıyorum anın. Birden evimizin önündeki kaldırım taşlarının arasına atıyor rüzgâr beni. İstikametimi değiştirdiği için bir daha ona eşlik etmeyeceğim

Özgürlüğümü, yarıda kesiyor. Sonra her şey eski haline dönüveriyor. Üzerimde, ince beyaz bir hırka yıkanıyor. Evden çıkmış, ağır adımlarla eski dükkânlara doğru yürüyorum. Yaşlı bir teyze, titreyerek taşıyor taze ekmeğini. Damlalar çıldırasıya dökülüyor üzerimize. Hiç şikâyetçi değilim oysa. O kadar mutlu ve huzurluyum ki… Yüzümde kocaman bir gülümseme ile yaklaşıyorum yaşlı teyzeye. Damlalar, kocaman yuvarlak gözlüklerinde elim sende oyunu oynuyor. Önce birbirlerinden kopup, sonra birbirlerine karışıyorlar. Sırılsıklam ama şikâyetsiz bakıyorum gözlerine. “Teyzeciğim, buralarda şemsiye alabileceğim bir dükkân var mı? Gülmek, belki de alay etmek için açıyor ağzını yaşlı kadın: “A deli, buralara yağmur mu yağıyor ki?”

Kâbustan uyanır gibi kalkıyorum yerimden. Hemen pencereden dışarıya bakacağım. Bana yaşlı teyzenin yalan söylediğini göstereceksiniz. Güneşi görüyorum tam tepemde. Pencereyi açıp havayı kokluyorum. Rüya mıymış hepsi? Fakat ıslanmıştım. Elbiselerimi yokluyorum; kuru. Pencereyi kapatacakken aşağıda bir çocuk görüyorum. Çiçeklerini suluyor. “Olsun” diyorum. “En azından çiçekler, kendi dünyalarına has yağmurlardan nasibini alıyor…”

“Sen deli bir yağmurdun, ben ıslanmayı bilmeyen bir ahmak,
Bu yüzden hiç ıslanamadık sırılsıklam…”

19 Mayıs 2014 Pazartesi

SADECE RÜYALARINDA...


Olmuyor işte olmuyor. Düşünmemeyi başaramıyorum. Madenci kardeşlerimin arkasında bıraktıklarını düşünmeden edemiyorum. 

Tamam bir sürü yardım yapılıyor ve yapılacak. Okul hayatları boyunca devlet garantisi var ama kim dolduracak onların sol yanlarındaki boşluğu?

Tabi ki hiç kimse. 

Kiminin oğlu, kiminin kardeşi, kiminin abisi, kiminin eşi, kiminin de babası... O insanların bir kanatları kırıldı şimdi. En çok da babasını kaybeden çocukların... Bir sürü yetim kaldı.  

Madende hayatını kaybedenlerin yaş ortalamasının 27 olduğunu biliyor muydunuz. Bu ne demek biliyor musunuz.Bu demek oluyor ki arkada kalan bir sürü ufacık çocuk. Kimi daha anne karnında...

Ben iki sene oldu babamı kaybedeli. Daha toparlayamadım. Daha dün oturdum ağladım. O çocukları gördükçe daha çok ağladım. Ben araba aldım şimdi. Bizi ailecek çok mutlu etti bu olay. Çünkü bizim daha önce arabamız hiç olmamıştı. Keşke bende babama verebilseydim arabanın anahtarını da gönlünce gidip gelseydi istediği yere. Hastalığı zamanında o kadar zorlanmıştık ki arabanın olmamasından. Keşke babam görebilseydi benim güzel paralar kazandığımı mesleğimde ilerlediğimi. Babamı kaybettiğimde daha iki aylık mühendistim. Keşke babamın cebine gizliden para koyabilseydim. Yada anneme verseydim de o babama verseydi çaktırmadan. Babamı maaşıma aldığım zammı kutlamak için yemeğe götürebilseydim. Ama yok olmadı. Ve olmayacakta. Bunu düşündüğümde boğazımda düğümleniyor hıçkırıklar.

Ben ağlıyorum kendimden, kardeşimdem çok o Soma'da yetim kalan yüzlerce çocuklara. Benim boğazıma düğümlenen hıçkırıklar maalesef onlarında boğazına düğümlenecek. Baba dendiği zaman sol yanları hep acıyacak. 

Belki bazıları zamanından önce büyüyecekler, büyümek zorunda kalacaklar. Küçük kardeşleri üzülmesin diye televizyonda baba ile herhangi birşey olduğu zaman hemen o kanalı değiştirecekler. Belki hep bi gün gelecek zannedecekler babalarını. Babalarının kabrine gittikleri zaman gelmeyeceği gerçeğini anlayacaklar ama sonra yeniden olmayacak bir umut düşecek çocuk kalplerine belki gelir diye. Belki gelecek babaları rüyalarında yanlarına.

Ama sadece rüyalarında...

KARANLIK...


Yine ihmal ve yine yitip giden canlar...

Çok zor günler geçiriyorum şu son bir haftadır. Soma'da gerçekleşen cinayetten sonra doğru dürüst uyuyamaz oldum. Biliyorum ülkenin büyük bir çoğunluğu böyle. Ama benim mesleğim olduğu için bu konu ile fazlası ile alakadarım. Ben o madende 296 işçi kardeşlerimle, abilerimle birlikte 5 meslektaşımı kaybettim. Ben blogum aracılığla bundan önce de madenler ve meydana gelen olaylar hakkında dilimin döndüğünce birşeyler karaladım. Yazmayacaktım bu konu ile alakalı ama yok dayanamadım ve kendimi bilgisayarın başında yazarken buldum. Günlerdir nasıl yaşadığımı bilmiyorum. 

Ben stajlarımı Soma'da yaptım. Yeraltı stajımı yaptığım maden ocağı meydana gelen iş kazalarından sonra kapatıldı. Stajımı yaptığım zaman farklı maden ocakları görmek için büyük facianın olduğu maden ocağının yanında olan bir başka maden ocağına gitmiştik. Bir insan yeraltına maden ocağına, özellikle de kömür madenine girmediyse burada yaşanan olayları tam anlamıyla anlayabilmesi imkansız. Çünkü yaşamayan, görmeyen bilemez. Düşünün ya kafanızı kaldırdığınız zaman gökyüzünü göremiyorsunuz. Psikolojik olarak zor bir durum. 

Bu olaydan sonra bir sürü insan konuştu. Elektrikler kesildiği için insanlar maden ocağında karanlıkta kaldı ve nereye gittiklerini göremedikleri için madenden çıkamadılar diye. Ya hangi zihniyet hangi mantık bunu söylüyor acaba çok merak ediyorum. İnsanlar yeraltı kömür ocaklarını avizelerle falan mı aydınlatılıyor zannediyorlar acaba. Oradaki tek ışık kaynağınız baretinizin üstüne taktığınız feneriniz. Başka bir ışık yok. İnsanlar çoğu yerde kendi ışıklarından başka ışığın olmadığı kör karanlıkta çalışıyorlar. Yeraltı kömür ocağında çalışmak öldüğünüzde nasıl bir ortamda olacağını öğretiyor insana. :(

Ben yeraltı stajımın ilk günüden önce çok sevdiğim komşumuz olan bir teyzenin ölüm haberini almıştım. O yalnız kalmaktan, karanlıkta kalmaktan çok korkardı. Yeraltına girdiğim ilk gün onun etkisi ile kötü oldum. O karanlıktan, tek kalmaktan çok korkardı. Ben tamda onun korktuğu gibi bir ortamdaydım. Etkisinden kolay kolay kurtulamadım. Ama stajım gereği de bir ay boyunca her gün o yeraltı ocağına girdim. 

Bikaç günün sonunda ise alışıyorsun zaten. Zaten alışmasan ne yazar. O stajı yapmak zorundasın. Ama yeraltına girerkende her gün bize imza attırıyorlardı. Ben kendi rızamla giriyorum. Herhangi birşey olması durumunda firmanın hiçbir sorumluluğu yoktur diye. İş hayatına atılmam ve bu ölüm haberlerinden sonra stajdan sonra memleketime annemlerin yanına gelebildiğime dua etmem gerekiyormuş yeni yeni anlıyorum. 

Diyeceksiniz sen hepi topu bir ay yapmışsın oradaki insanlar bir ömür geçirmişler o madenlerde diye. Evet haklısınız. Ama ben o madenci kardeşlerimi anlıyorum. Maalesef ne yaşadıklarını, nasıl kurtulduklarını orada nasıl bir duygu içinde olduklarını maalesef anlayabiliyorum. :( 

12 Mayıs 2014 Pazartesi

SEV...

Bekliyorsun.... 
Kimi, neyi, niçin?...
Artık bekleyerek hayatı kaçırmaktan vazgeç...
Zaman beklemiyor çünkü kimseyi...
Sen yaşasan da, hayatın dışında kalsan da o hep son sürat akıp geçiyor...
Bekleyip de yarın yaşayacaklarına geç kalıp da yarınını, yarınındakileri cezalandırma...
At o yalnızlık şalını omuzlarından!
Bir avuç ömrün kalmış gibi hayatı dolu dolu yaşa...
Menderesler gibi usul usul akma...
Çağlayanlar gibi çağla, coş...
Sev... 
Hem de çok sev...
Anneni, babanı, kardeşini, çiçeği, yağmuru, güneşi, kedileri...
Yaradılanı sev yaradandan ötürü...
Sev... 
Sadece sev...



9 Nisan 2014 Çarşamba

İYİ Kİ DOĞDUN GAMZELİ GÜZEL KADIN... :)



O benim bitanecik ablam.  Benim şimdiye kadar hiç ablam olmamıştı.  Abla dediğim insanlar tabi ki oldu ama abla kardeş bağı kurduğum kimse olmamıştı. 

Ben hayatım boyunca hep abla oldum. Benim küçüğüm olan ikiz kız kardeşlerimle aramda bir buçuk yaş var yani kısacası ben kendimi hiç tek hatırlamıyorum :) Ben hayatım boyunca hep abla oldum. Hep sen ablasın hadi ver,  hadi  kardeşinle paylaş, hadi hadi... Hep abla olduğumdan dolayı bir ablanın olmasının nasıl birşey olduğunu bilmiyordum. 

Ama blog sayesinde ben çok tatlı bir abla tanıdım. Sonra o benim abloşum oldu.  Onunla blog ortamının haricindede görüşüyoruz. Onun İstanbul benim Konya da olmamdan kaynaklı henüz yüz yüze görüşemedik. Ama o hep benim yanımda bunu biliyorum.  Benim burda yazdığım bir yazı sonrasında hayırdır ablacım diye arar.  :) Anlayacağınız ben şimdiye kadar olmayan ablama kavuştum. ;)
Bugün abloşumun doğum günü. Onun için daha güzel şeyler yapmak isterdim.  Ama içimden bunları yazmak  geldi. Abloşum cumartesi günü ameliyat oldu. Şimdi evde dinleniyor. En kısa zamanda eskisinden daha iyi olacak inşaallah. 

Abloşum doğum günün kutlu olsun. Allahım ömrün boyunca mutlu ve sağlıklı bir ömür nasip etsin. Bir ömür boyu sevdiklerin hep yanında olur inşaallah.

Sen hep gül olur mu. Ben senin kadar güzel gülen birini tanımadım :) Gül ki o güzel gamzen hep görünsün.

Seni çoook çook çoook seviyorum ablacım. İyi ki varsın ve inşaallah ömrüm boyunca abla kardeş oluruz.

7 Nisan 2014 Pazartesi

SEBEPSİZ MUTLULUK...



Bi garipti bu aralar...
Birkaç gün önceki umutsuzluğu bi anda kayboluvermişti.
Onun hakkında olan düşüncelerinin, hayallerinin biraz olsun imkansızlığını kaybettiğini düşünmeye başlamıştı.
İçi daha huzurlu daha mutluydu.
Bahara yoranlar olmuştu onun bu halini.
Ama hayır onun bu hali bahardan değildi.
O baharları sevmezdi ki  zaten, o en çok sonbaharı severdi.
Bahar değilse neydi içindeki bu umudun,   mutluluğun nedeni?
Aslında somut birşey de yoktu.
Ama mutluydu işte ve bir anda olmuştu.
Belki de Yaradan artık onun üzülmemesi gerektiğini düşünüyordu.
Kim bilir...
Ama mutluydu işte yaa.
En önemlisi de bu değil miydi...

5 Nisan 2014 Cumartesi

HASRETİN MELODİSİ...




Bulut,  toprakla buluştu.
Onlar ancak yağmur yağınca buluşabiliyorlardı.
Bulut içinden bir parçayı en sevdiğine, toprağa gönderiyor, toprakta hasretle beklediği en sevdiğinin hediyesini memnuniyetle kabul ediyor.
En sevdiğinin hediyesi toprağa can oluyor...
Yağmurun yağmasıyla iki sevgilinin hasret türküsü başlıyor...
Yağmur sesi duyduğumda iki sevgilinin, birbirini çok seven ama asla kavuşamayacak iki sevgilinin hasret türküsünün melodisi gelir kulağıma...
Hasretin melodisi...

27 Mart 2014 Perşembe

YALNIZLIK HAKKINDA...

Yalnızlık...
Kime sorsan yalnızlık hakkında diyecekleri vardır.
Herkesin ki de farklı farklı...
Bi dolu insanın yanındayken, kalabalıkların içinde kendi yalnızlığını yaşayan da var...
Kendi yalnızlığını kanıksamış, o yalnızlıktan kendine kalabalıklar oluşturanlar da var...
Birini seç deseler bana.
İstemem hiç birini...
Kalabalığın içinde kalabalık olmanın mutluluğunu, yalnızken yalnızlığın huzurunu yaşamak isterim...

18 Mart 2014 Salı

İŞLER GÜÇLER İŞTE...

Nihayet yeniden yazabildim. Yazmayı şiddetle istememe rağmen hayatımda ki bi dolu şey ben yazamayayım diye uğraşıyor sanki. 

Hayatım korkunç derecede hızlı ve yoğun geçiyor. Bazen ben hayatımın hızına yetişmekte zorlanıyorum. Hastalanıp yataktan çıkamayacak hale geliyorum. Geçen hafta işten izin aldım bi gün evde dinlendim. Elimi kolumu kaldıracak dermanım yoktu. O bir günlük dinlenmeden sonra biraz toparladım. :) 

Sonra hafta sonu ailecek köye gittik. O kadar güzeldi ki. Toprağa bastığında zannedersin ki elyaf yorgan üzerinde yürüyorsun. Yağan kardan ve yağmurdan toprak puf puf olmuş. Her taraf mis gibi kokuyor. Bizim bahçemizde bi sürü çam ağacı var. Onların kokusunu bi düşünün... İnsanda ne baş ağrısı kalıyor ne stres. İki günlük köy dopingi bana çok iyi geldi. 

Blogum hep aklımda. Arkadaşlarım ne yazdı diye düşünüp duruyorum hep. Ama dedim ya işler çoook yoğun diye. Gün içinde işlerden fırsat bulup da internete rahat rahat giremiyorum.Akşam bakayım diyorum, akşam da yorgunluktan sızıp kalıyorum. 

Bu iş yoğunluğuna daha ne kadar nasıl tahammül ederim bilmiyorum. İnşaallah kendi ofisimi en kısa zamanda açabilirim de o kadar yorulmam. En azından yorgunluğum bana maddi olarak da döner. O kadar yoruluyorsun ama hak ettiğini düşündüğünden daha az maaşı alıyorsun ve buna sinir oluyorsun!!!

Neyse öyle işte daha bi dolu şey yazasım var ama malum iş var. Ben işlerin başına döneyim bari.

En kısa zamanda tekrar yazarım inşaallah. Öpüldünüzzz ;)

25 Şubat 2014 Salı

AŞK İŞTE...

AŞK...
Herkesin hayatındaki, yüreğindeki boşluklara, eksiklere göre şekillenen, herkesin farklı yerinden vurulduğu, herkesi başka bir iman ve ibadetle dolduran, öyle sınırsız ve eşsiz ki...
AŞK...
Samanyolu gibi. Sonsuzluk içinde milyarlarca yıldızı içinde barındıran...
Kimi parlak, kimi sönük, kimi küçük, kimi büyük...
AŞK...
Milyonlarca şiire, şarkıya, kitaba, yaşama ilham olan...
AŞK...
Kimilerine dünyaları vereni kimilerinin dünyasını başına yıkan...
AŞK...
Aşk işte... 
Herkesin hakkında illa ki söyleyecek sözleri olan...

20 Ocak 2014 Pazartesi

HİSSETTİM ORDAYDIN...



Hani filmlerde olur ya,
İçinden görünmeyen biri geçmiş gibi olur,
Bütün vücudun ürperir...
Bugün yolda yürürken bende o duyguyu hissettim.
Sen...
Henüz tanışamadığım, henüz karşılaşamadığım sevgili...
Hissettim...
O anda sende oralarda biyerlerdeydin.
Ya benden biraz önce ya da benden biraz sonra geçtin o yoldan.
Belki de yan yana gittik aynı yolda ama henüz anlayamadık birbirimizin hayatının "O" kişisi olacağımızı.
Sende hissettin benim hissettiklerimi eminim.
Seninde vücudun ürperdi.
Ruhlarımız birbirini tanıdı ama henüz bedenlerimiz tanışamadı..
En kısa zamanda tanışmak, en güzel merhabalarda buluşmak ümidiyle...

7 Ocak 2014 Salı

ŞURACIKTA UYUYABİLİR MİYİM?


İşte yine geldiiiim :) Hep yazmak istiyorum ama bi türlü yazamıyorum ki :( Aralığın son haftasından beri bir yoğunluktur, bir yoğunluktur ki sormayın. İş güvenliği işleri ile ilgilenenler bilirler 1 ocak itibariyle birçok firmaya yükümlülükler geldi. Bizim firmada İSG danışmanlığı yaptığı için ve nerdeyse tüm firmalarımız çok tehikeli iş sınıfına girdiği için bizim iş yükümüz çoooook arttı. Onun için aralığın son pazarı mesai yaptık :( Ki ben o hafta cumartesi akşamını iple çekiyordum. Cumartesi sabahı; akşam erkenden yatağıma girip pazar öğleye kadar yatakta kalmanın hayallerini kurarak yataktan çıkmıştım. Amaaaaa uyumak bana haram kardeş. :(  Öğlen patronlarım yarın mesai yapıyoruz dedi ve benim pazar günü uyuma hayalim suya düştü. Pollyannalık yaptım ve en azından cumartesi akşam erkenden uyuyacam dedim. Ama yine olmadı yaaaa :( Üniversitede hazırlık sınıfındaki arkadaşım akşam üzeri aradı ve eğer müsaitsek akşam bize geleceğini söyledi. Çok sevdiğim bi arkadaşım olduğu ve uzun zamandır görüşemediğimiz için kabul ettim. Ama benim gözlerden uyku akıyor. Bütün hayallerimi rafa kaldırmış bi şekilde akşam eve gittim. Arkadaşımla sohbet muhabbet iyi ama benim gözler inat etti kapanıyor. Allah'tan arkadaşımın annem ve ikiz kız kardeşlerimle arası çok çok iyi. Sonra aaaa bi baktım koltukta uyuyakalmışım annem hadi yerine yat diye kaldırdı beni. O pazar sabah erkenden kalkmak o kadar zor oldu ki anlatamam. 

31 aralık günü annem ameliyat oldu. Ameliyat olduğunun akşamına eve çıktık. Biraz ağrıları var ama şimdi durumu daha iyi. Hoş ben onun olduğu ameliyatı olsam naz üstüne naz yapardım  :) Ama annem çok dirayetli bi kadın hiç canı tatlı değil. Valla benim canım çok tatlı :) Sonra yine 31 aralık sabahı üniversiteden en yakın arkadaşım hastaneye yattı doğum için. Annemi akşamüstü hastaneden çıkardım eve götürdüm. O akşam arkadaşımın kaldığı hastaneye gittim. Arkadaşım sancısı olmasına rağmen doğum hemen olmadı. Sabaha kadar hastanede arkadaşımın annesi, eşi ve ben bekledik. Yılbaşına doğumhane önünde girdim yani bu sene :) Ama sabahta olmadı doğum.Doğum 1 ocak akşamı on gibi oldu. Küçük hanımefendi rahatına düşkün öyle hemen gelmedi ama annesinin canı çıktı canım arkadaşım nerdeyse 40 saat sancı çekti.

Sonra bu pazarda yine o arkadaşıma gittim. Bebeği ve arkadaşımı görmek için. Yani bu pazar da dinlenemedim. Önümüzdeki pazarda Ankaraya gideceğim. Üyesi olduğum meslek odasının seçimleri var. Şimdiki yönetimi beğenmediğim ve artık yerine başka bir yönetimin gelmesi gerektiğini düşündüğüm için oyumu kullanmaya gideceğim. Onun için bu pazarda dinlenme yok. 

Ben ne zaman DİNLENECEM, ne zaman UYUYACAM bilen var mı yaaa :)