30 Nisan 2013 Salı

GÜNAHSIZ GÜNAH KEÇİLERİ...



Senin suçun değilken ya da senin sorumluluğunda bişey değilken meydana gelen sorundan neden sen sorumlu tutulursun acaba? Daha bir gün, iki gün öncesinde yaptıklarını neden bir anda unuturlar da günah keçisi ilan ediliverirsin. 

Bu olay sanırım her yerde var. Evde, işte her yerde. İnsanlar böyle yaparak rahatlıyorlar galiba. Ama bunu yaparken de günah keçisi ilan ettiklerinin durumunu hiç düşünmüyorlar. Ama benim dediğimle laf yani öyle düşünse zaten günah keçisi aramazdı...

29 Nisan 2013 Pazartesi

UZUUUUUUN KUYRUKLARDA BEKLEMEK...



Bir trenin camından dışarı bakıyorum. Ama öyle tıngır mıngır, dumanını savura savura giden bir tren değil. Herşeyde olduğu gibi trende zamana ayak uydurdu ve artık yavaş yavaş kara trenlerin yerinş hızlı trenler alıyor. En azından büyükşehirlerde bu durum böyle.
İşte öyle camdan dışarı bakıyorum dediysemde dışarıyı seyredemiyorum. Zaten bozuk olan gözlerim o hızı takip etmeye dayanamaz :) Bende fırsat bu fırsat bi şeyler yazayım dedim. Uzuuuuuun ve yorucu bir günün akşamında ankaradan konyaya gidiyorum. Artık çoğu kişi biliyordur benim maden mühendisi olduğumu. Bizim meslekte nisan ayında ve genellikle de firmalardan kaynaklı nisan ayının sonuna kalan 29. madde evrakları denen bir takım evraklar mevcut. Bunları hazırlayıp önce maden mühendisleri odasına ve daha sonra da grubuna göre il özel idarelerine ya da maden işleri genel müdürlüğüne veriyoruz.  Ve bu saydıklarımda il özel idaresi haricinde tüm türkiye sadece ankaradan verebiliyor.  O yoğunluğu kalabalığı düşün artık. Ve ben bu gün o karmaşanın içindeydim. Meslek hayatımda ilk defa yaptığımdan da bir süre şaşkınlıktan kendime gelemdim. :(  Ama saatlerce sıra beklemek beni kendime getirdi ;) sabah yedi buçukta evde yediğim kahvaltı ile duruyorum. Boğazımdan bşir bardak su dahi geçmedi gün boyu. Son anda yetiştiğim trende yerime oturur oturmaz bir şişe suyu devirdim. Boş mideye inince de şimdi midem ağrıyor. Amaaaaan gün boyu ayakta sıra beklemekten belim, ayaklarım, başım kısacası her yerim ağrıyor.
İşte böyleeee. En son postumu ankara garında yazmıştım 10-12 gün önce.  Yoğunluktan yazamamıştım. Şimdi de ankara-konya treninden yazdım size. Hadi ben kaçtım. En yakın zamanda tekrar görüşürüz. Annem yaa daha benim hikayem ver kaç zamandır onu da yazamadım :( İnşaallah hikayem ve diğer yazılarımla tekrar dönüyorum mecburi aradan. 

17 Nisan 2013 Çarşamba

GÜVERCİNLERE SİMİT VERDİİİİİİM :)



Ankara Tren Garından yazıyorum size. Etrafımda bi sürü güvercin var. Elimdeki simitin hepsi bitti ama hâlâ simit istiyolar sanırım. :) Tüm bir simiti onlara verdim ama geldikçe geliyorlar bi anda çoğaldılar.

Sen Konya da değil miydin Ankara da ne işin var diyenler olur muhtemelen.  Sabah 7 trenine koştura koştura ancak yetiştim ve saat sekiz buçuk gibi Ankara'daydım. Yol boyunca uyumuşum. Sincan durağında gözümü açtım. Bir koşuşturmacanın içine daldım.  Kredi Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü'ne dilekçe verecektim ama ben Ankara'yı bilmeyen biri olarak bölge müdürlüğüne gitmişim. Hadiiiii geri döndüm genel müdürlük Balgat daymış ama ben orayı bilmiyorum onun için kargo ile göndereceğim dilekçemi.

Neyse ondan sonra büro tescil belgelerimizi onaylatmak için maden mühendisleri odasına ve çevre mühendisleri odasına gittim.  Çevre mühendisleri odasının yeni yerini bulabilmek için elimde telefon navigasyonunu açtım dolana dolana buldum. İki odada da bi güzel paraları bayıldım. Gereksiz yere bizden bi dolu para alıyorlar. Sözde beni temsil ediyorlarmış. Nerdeeeeeee. Ancak para almayı biliyorlar. O parayla ne yapıyorlar biliyor musunuz bi güzel içiyorlar. Ben kimsenin içip içmemesine karışmam. Haddim değil.  Ama kendileri de diyorlar tek gelirimiz oda aidatları ve onay ücretleri diye. Eee o zaman oda binasına nasıl küçük ölçekli de olsa bi mahzen kurabiliyorlar. Tabi ki ben ve meslektaşlarımın paralarıyla. 

Garda yazmaya başlamıştım trende devam ediyorum. Hava bayağı kapalı. Yani tam benim havalarım. Bayılıyorum böyle havalara. Yağmur yağacak, ben de kulağımda sakin bi müzikle sokaklarda dolaşacağım ya da evde kitap okuyacağım ya da yolculuk yapacağım. Bunları yapıyorsam yağmur yağarken benden mutlusu yok. ;) Bu havaları sevdiğimi söylediğim de insanlar bana pek normal değilmişim gibi bakıyorlar. :) Siz de sever misiniz böyle havaları.

Neyse çok uzattım ben yeni başlayan hızlı tren yolculuğumun keyfini çıkarayım. Müzik eşliğinde kitap okumak güzel olur sanırım. ;)

13 Nisan 2013 Cumartesi

KISA BİR ÖZET...



Uzuuuuuun bir aradan sonra yine yazıyorum.  Yazma eylemini gerçekleştirebildiğim için ne kadar mutluyum anlatamam. Yazmak istediğim halde yazamıyordum. Daha bir ay önce aldığım telefonumu klozete düşürmemden ve bir güzel tamir masrafı verdiğim için canımın sıkkın olması galiba yazmama engel olan şeylerden. Her neyse telefonum tamirden geldi bir sıkıntısı yok gibi görünüyor inşaallah böyle devam eder. Aslında hiç sakar biri değilimdir. Mesela bundan önceki telefonumu 6 sene kullandım ve hiç tamir olayım olmamıştı.  Bunda Bismillah dedik tamirciyle başladık. İnşaallah bununla kalır.

Öyle işte hayatımda bi değişiklik yok. Aynı git gel haytıma devam ediyorum :( Bi kaç arkadaşımla konuştum çoğu şu anda bi yerlerde keyif yapıyorlar.  Bense proje proje proje derken projelerin içinde kaybolacağım.  Beni kurtamak için bi proje gerekecek :)

Haftasonu bi şeyler yapmak istiyorum ama öyle alışveriş merkezine yada kalabalık yerlere gitmek istemiyorum.  Şöyle piknik tarzı bi şey yapmak istiyorum ama ikiz kardeşlerimin vizeleri başladı. Selçuk Üniversitesinde mühendislik fakültesinde vizeler haftasonu da olur. Onun için bu haftasonu muhtemelen yine evde olacağım. Kızların sınavı olduğu için normalde paylaşılan temizlik ve ütü bana kalacak :(

Evde yapabileceğim en iyi şey uzun zamandır uzak olduğum blogdaki yazıları geriye dönük bi şekilde okumak, yorumlarımı yapmak, yeni postlar ve uzun zamandır yazamadığım hikayemi yazmak, yeni
başladığım kitabı okumak ve yüksek lisansta biriken araştırmaları yapmak olacak sanırım ;)  Aslında yapacak ne çok işim varmış ya dışarda ne işim var kırıp dizlerimi evde oturmam gerekiyor :(

Uzatsam daha yazacak çok şey var görücü gelmek isteyenler, falıma bakan alt komşumuzun annesi ve onun anlattığı fal üzerine uzun uzun yazarım ama bunlar başka bi postun konusu şimdilik bu kadar yeter.  :)

Aaa şimdi bu çiçek ne alaka  diyebilirsiniz bu benim işyerimde odamdaki menekşem ilk aldığımda sadece dısındaki yapraklar vardı. Ama yerini sevdi bi sürü yaprak verdi. Sadece benim yetiştirdiğim ilk çiçeğimi göstermek istedim. Bi sürü tomurcuğu var ama hepsi açmadı hepsi açıncaya kadar da bekleyemedim size göstereyim dedim ;)

2 Nisan 2013 Salı

İLKBAHAR'IM... ''BÖLÜM 6''


Bütün gece birbirlerine sarılarak, ele ele tutuşarak oturdular. ''Ben seni çok bekledim, nerde ve kim olduğunu bilmeden bekledim, seni gördüm kalbime bahar geldi, çiçekler tomurcuklandı, bana evet dedin o çiçekler açtı, şu anda benden mutlusu yoktur şu dünyada, ellerimi hiçbir zaman bırakma olur mu gülüm?'' dedi. ''Ben şimdiye kadar hiçbir erkeğin ellerini tutmadım. Kalbim hiç böyle atmadı. Sen de benim ellerimi bırakma ne olur'' dedi Nevbahar.

Zeynep ve Ali, Zeynep'i Ali'nin ailesi ile tanıştırmak için Ankara'ya gitmişlerdi.  Onun için bütün gün yine başbaşa kalmışlardı. Bütün günü el ele, diz dize geçirdiler. Film izlediler, sohbet ettiler.  Ancak akşam acıktıklarının ancak farkına varabildiler. ''Bahar'ım ben çok acıktım, sen acıkmadın mı?"diye sordu. "Bende acıktım.  Ben hemen bişeyler hazırlarım" deyip kalkıyordu ki Murat elinden tuttu. "Sen zahmet etme bitanem, hem ayağının üstüne bikaç gün daha basma, bi pizza söyleyelim, güzel de bir film açarız. Hem pizzamızı yeriz hemde filmimizi izleriz olmaz mı?"dedi. "Sana ellerimle yemek yapmak istiyordum ama"dedi üzgün bir şekilde. "Sen tek başına yapma bitanem ömrüm boyunca birlikte yaparız ama şimdi ayağının üstüne çok basmaman gerekiyor"dedi.

Sipariş ettikleri pizzayı film eşliğinde yediler. Çok güzel bir gün ve devamında çok güzel bir akşam geçirmişlerdi. İkisi de tatlı bir yorgunlukla birbirine sarılarak televizyonun karşısında uyuyakaldılar.

Zeynep ve Ali, Çok güzel geçen bir kaç gün sonunda geri gelmişlerdi. Yol yorgunuydular. Ali, Zeynep'i ve eşyaları eve koyup hemen yurda gidip uyumayı düşünüyordu. Zeynep'te Ali'den farklı düşünmüyordu. Kapıyı açtıklarında içerden televizyonun sesi geliyordu. ''Nevbahar televizyonun karışında uyuyakaldı herhalde'' dedi Zeynep. Salona girdiklerinde ise ikisinin de şimdiye kadar açmakta zorlandıkları göz kapakları  salonda Nevbahar ve Murat'ı sarılmış uyurken görünce sonuna kadar açıldı. İkisi de aralarında bişey olsun istiyorlardı ama bu kadar çabuk olacağını hiç tahmin edememişlerdi.

Zeynep kıkırdamaya başladı. ''Baksana canım ne güzel uyuyorlar. Birbirlerini arayan iki yarımdılar. Şimdi bir bütün olmuşlar'' dedi Zeynep. Onlar aralarında konuşurken Murat ve Nevbahar'da tatlı uykularından uyandılar. Karşılarında Zeynep ve Ali'yi görünce Nevbahar her zamanki gibi yine utançtan kıpkırmızı olmuştu. ''Şey... Şey biz...'' diye kekeledi ama başka bi şey diyemedi. O arada ayağa kalkan Murat Nevbahar'ın o küçüçük elini tuttu ve gayet kendinden emin bir sesle ''Biz birlikteyiz. Bunu sakın gelip geçici bir durum sanmayın. Ben Nevbahar'ı çok seviyorum'' dedi. Murat'ın bu şekilde konuşması Nevbahar'a güç vermişti.Yüzünün kızarıklığı az da olsa geçmişti. 

''Canım çok sevindim''diyerek Nevbahar'ın boynuna sarıldı Zeynep. Ali ise abi vari bir ifade ile Murat'ı mutfağa çağırdı. İkisi birlikte mutfağa gittiler. ''Murat, kardeşim bu habere inan çok sevindim. Zaten Zeynep ve ben de böyle olması için çalışıyorduk. Ama sakın ola Nevbahar'ı üzme, o bizim kıymetlimiz, eğer onu üzersen benim ilk düşüneceğim Nevbahar olur'' dedi. ''Sen merak etme ben onu asla üzmem'' dedi. 

Kızlar merak içinde Ali ve Murat'ı bekliyorlardı. Ali ve Murat içeri girdiklerinde Nevbahar derin bir oh çekti içinden. Çünkü bu konuda en çok Ali'nin tepkisini merak ediyordu. Onun da yüzü gülüyordu. ''Saat zaten epey geç oldu. Biz yurda gidelim. Yarın nasıl olsa pazar. İyi bir uyku çekeriz, sonra da birlikte kahvaltıya gideriz tamam mı?'' dedi Ali. Hiç itiraz eden olmadı. 

Erkekler gittikten sonra gözünden uyku akan Zeynep'te uykudan eser yoktu. ''Eee başka neler oldu canım hadi anlat'' dedi. Nevbahar uzun uzun anlattı. O bitirdi Zeynep Ankara'da yaşadıklarını anlattı. Ali'nin ailesini çok sevdiğini onların da Zeynep'i sevdiğini ve daha bi dolu şey anlattı. Gecenin ilerleyen vakitlerinde ancak odalarına çekildiler. 

Nevbahar yatağına yattığında yarın kalkmak için alarm kurmak için telefonu eline aldı ve Murat'ın mesajını gördü. ''İyi geceler bana baharı getiren Küçük'' yazmıştı. Nevbahar ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ama tutmaktan vazgeçti. Aktı yaşları ama bu defa mutluluktan aktı gözyaşları. O an ki halinden Murat'a cevap yazmayı bile unuttu. Ağlarken, hayaller eşliğinde huzurlu bir uykuya daldı.

Ertesi gün Nevbahar erkenden kalktı. Ne giyeceğine bi türlü karar veremedi. Onun bu halini gören Zeynep çok güldü. ''Senin hiç böyle olacağını düşünmemiştim. Ne Murat'mış. Bi kaç günde aklını başından aldı''dedi. ''Yaaa ama öyle deme Zeynep yaaa. Zaten bi tülü ne giyeceğime karar veremedim'' dedi. İkisi birlikte bi şeyler seçtiler. En sonunda  Nevbahar hazırdı. Ali ve Murat kararlaştırdıkları saatte kapıdaydılar. Kızlar da hemen aşağı indiler. Murat yine gözlerini Nevbahar'dan alamadı. Nevbahar hala utanıyordu. Ali ve Zeynep de yanlarında oldukları için iyice utanıyordu. Bu duyguları hiç yaşamamıştı daha önce yabancıydı bu duygular, bu yaşadıkları ona.

Kahvaltı çok güzel geçmişti. Ankara'da olanları detaylı bir şekilde tekrar anlattı Zeynep. Ama Murat ve Nevbahar onu dinlerken birbirlerine dalıp gidiyorlardı. Ama Zeynep onlara darılmadı sadece gülümsemekle yetindi. Ne de olsa onlar çiçeği burnunda aşıklardı ve böyle olmaları normaldi.

1 Nisan 2013 Pazartesi

DEĞİŞİM ZAMANI!!!



Bahar demek yenilenmek, yeniden doğmak demek. Allah'ım ne güzel yaratmış. Bütün bir kış boyunca kabuğuna çekilmiş uyuyan doğa uyanıyor. Ağaçlar tomurcuk tomurcuk. Şimdi anne karnındaki bebekler gibi yazın yenecek meyve, sebzeler. Büyüyüp, dış dünyaya çıkabilmek için bekliyorlar. Erken açan ağaçların çiçekleri de prematüre bebekler gibi. Zor oluyor onların hayata tutunması. Zamanından biraz önce açsa havalar bir anda soğuyuveriyor. Onlar da üşüyor. Daha meyve veremeden daldan kopup gidiyor.

Ya Melek nerden çıktı şimdi bebekler, ağaçlar dallar falan diyebilirsiniz. :) Valla şimdi bende aynısını kendime diyorum. Aslında aldığım kararlardan bahsetmek için oturmuştum bilgisayarın başına ama yazı bu yöne gidiverdi işte. Neyse ben asıl konuma döneyim. :)

Kararlar aldım. Ama öyle bahar başında alıp, kısa bir süre sonra vazgeçilen kararlardan değil bu kararlar. Artık değişmem gerektiğine inandım. Önceden de diyordum bu dediklerimi ama galiba kendim inanmıyordum. Ama artık farklı. Her konuda değişmeye karar verdim.

Hep düşünceler düşünceler düşünceler... modundaydım. Ama baktım olmuyor. Bilmiyorum ya düşündüğüm kişi ya da kişiler düşünmeye değer mi? Ya da ben bu kadar düşünmeli miyim?

Aslında dün akşama kadar yapmayı planladığım bi şey vardı. Akşam birkaç görüntüye denk geldim ve yapmayı planladığım şeyi yapmaktan vazgeçtim. Başta çok zorlandım. Ama direndim kendime. Yapmadm, başardım anlayacağınız. :)

Değişim kararı almıştım dedim ya. Her türlü değişim. Hem kafa olarak hem de dış görünüş olarak. Tırtılın kozasına bürünme aşamasındayım. Ama yanlış anlaşılmasın içine kapanma anlamında değil bu kozaya kapanma. Faaliyet aşaması. Değişim için yapılması gerekenler aşaması. Kozaya kendini kapatan tırtıldır da çıkan kelebektir ya öyle olacak. Bundan geri dönüş yok.

Bundan öncede buna benzer kararlar almıştım. Daha doğrusu aldırılmışım. Demek ki tam olarak kendim istememişim. Çünkü hiç buna benzer hissetmemiştim kendimi. 
Çok uzattım galiba. Kısacası ''DEĞİŞİM ZAMANI''... :)