Ne çok severdi babasını. Kızı babasının bitanesiydi, babası da kızının bitanesi. Annesini de çok severdi ama babasını bir ayrı severdi.
Ona bisiklete binmeyi babası öğretmişti. Her gün babası ile bisikletlerine binip tepeleri aşarak gittikleri bir göl vardı. Onun kenarına kadar gelir gölü izlerlerdi baba kız. Babası ile göl kearına gidecekleri günleri iple çekerdi küçük kız.
Sonra bi gün babası o gölün kenarında duran küçük bir sandala bindi ve gitti. Küçük kız göl kenarında tek başına kalmıştı. Akşama kadar bekledi ama babası geri gelmedi. Hep ufka baktı belki babasının bindiği sandalı görür diye ama geri gelmedi o akşam babası. Babası ile birlikte geldiği yolu tek başına geri döndü.
Küçük kız büyümüştü ama sürekli bisikleti ile o göl kenarına belki babam bugün geri gelir umudu ile gidiyor akşama kadar ufku gözlüyordu görünen sandal var mı diye. Bazen bi kaç sandal görünüyor seviniyordu önce ama sonra anlıyor ki o sandallardan hiçbirinin içinde babası yok. Büyüyor küçük kız, evleniyor. Çocukları oluyor. Eşi ve çocukları ile de geliyor o göl kenarına. Ama yok, gelen giden yok. Babası gittiği yerden dönmüyor bir türlü.
Sonra o küçük kız yaşlanıyor. Artık dizlerinde bisikleti sürecek dermanı olmasa da bisikletini hiç yanından ayırmıyor. O babası ile olan tek bağı. Yıllar geçip küçük kız yaşlanırken, o babasının gittiği gölde yaşlanmış olsa gerek artık suyu yok. Eskiden gölün olduğu o yerde şimdi toprak çatlak çatlak. Yaşlanmış olan o küçük kız, o kuru göl zemininin üzerinde yürümeye başlıyor. Gidiyor gidiyor gidiyor. Uzun uzun gittikten sonra, bir sandala rastlıyor. Göl kuruyunca vaktinde suyun dibine gömülen sandal şimdi gün yüzüne çıkmış. O sandalın içine kıvrılıp yatıyor yaşlı küçük kız. Sonsuz uykusuna, aslında sonsuzluk uykusuna yatıyor. O uyuyup bu dünyanın kapıları kapanınca, sonsuz ömür olan diğer hayatın kapıları açılıyor ve kapıda onu babası karşılıyor. O da çok özlemiş kızını. Babasının yanında iki bisiklet var ikisi de bisikletlerine binip uzaklara çok uzaklara gidiyorlar...
Televizyon kanallarını gezerken Ebru Gündeş'in konuşmasına denk geldim. Stüdyo alkıştan yıkılıyor. Mağdur ama mağrur Ebru Gündeş gözyaşlarını siliyor. Ebru Gündeş, Acun'a ''Senin kocaman yüreğin var'' diyor. Bu defa alkışlar daha bi şiddetli oluyor. Acun, Ebru Gündeş'e ''Biz senin yanındayız, bu günler geçecek'' diyor. Alkışlar susmak bilmiyor. Tüm Türkiye tek yürek olmuş!!! Acun ile Ebru'nun göz yaşartan dayanışmasını izliyor.Sonra programda şarkılar söylenmeye devam ediyor. Yarışmacıların hayalleri o yarışmayı kazanıp oradaki starlar!!! gibi olmak. Jürinin onları beğenmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Şarkılar bitince yine alkışlar kopuyor. Ebru Gündeş alkışlanırken ''Eyvallah'' hareketi yapıyor, yani ''Sizler kocamın suçsuzluğunu onayladınız sağolun'' anlamında teşekkür ediyor. Aslında onu öyle alkışlayanların büyük bir çoğunluğu onun yaşadığı ultra lüks hayatı yaşamak isteyen seyirciler. Program bitiyor. Elenen yarışmacılar var. Sms oylamasında rakibinden daha az oy aldığı için eleniyorlar. Seyirciler üzgün. Ceplerinden birkaç kuruş vermeyip daha az oy alan yarışmacıya üzülüyorlar. Program bitiyor.
Aynı günün gazetesinde küçük bir haber, ''Konya'da kırk günlük bir bebek soğuktan donarak öldü'' Bebeğin öldüğü evin camı kırıkmış, naylonla kapatmaya çalışmışlar. Anne gece bebeğini emzirmeye kalkmış ama çocuğunu hareketsiz görünce çığlıklar atmış. Komşular yetişmiş çığlıklara. ''Çok fakirlerdi, odun bulabilseler yakarlardı'' diyor komşuları. Zatürreden ölmüş minik bebek. O programların bir günlük sms parası o bebeğin bir ömürlük odun parası. Konya da 40 günlük bir bebeğin cenaze namazı kılındı. Küçücük bedeni artık toprak altında.
Kendimden utandım. Halimizden utandım. Lüks içinde yaşayıp da başına kötü birşey gelen birini gördüğümüzde hemen yanında oluyoruz.(şuçlu veya suçsuz orasını bilemem mahkeme karar verecek) Gazeteler çarşaf çarşaf haberlerini yayınlıyorlar. Ama minicik 40 günlük bir bebek parasızlıktan, soğuktan öldüğünün haberi gazetenin bir köşesinde o bebek kadar minik bir yer kaplayabiliyor ancak. O küçük haberi okuduğumuzda da yazık diyoruz sadece yazık.!!!
Bugün 17 Aralık. Konya yaklaşık 10 gündür hareketli günler yaşıyor. Bunun nedeni 740. Vuslat Yıldönümü etkinliklerini olması. Konya da şu anda Konyalıdan fazla yerli yabancı turist var. İnsanlar Mevlana'nın ''GEL'' çağrısına kulak verip Mevlana'ya onu yaşadığı topraklar olan Konya'ya geliyorlar. Mevlana'nın, Şems-i Tebrizi'nin yaşadığı topraklarda yaşamaktan dolayı çok mutluyum.
Pazar günü bende Şeb-i Arus törenlerini izlemeye Mevlana Kültür Merkezine gittim. Hem bedenen, hem de ruhen yorgun olduğum günler geçiriyordum. Ve ruhen o kadar rahatladım ki kendimi çok iyi hissediyorum. Herkesi Konya'ya, Mevlana'ya davet ediyorum.
Bunlar da Şeb-i Arus etkinliklerinden fotoğraflarım;
Kalbinin atış sesleri dışarı duyuluyor muydu acaba? ''Yok ya duyulmuyordur o kadar da değildir'' diye düşündü. Bugün onun için, onlar için çok önemli bir gündü. Küçüğünün, ona baharı getiren bitanesinin kapısının önündeydi. Ailesi ile tanışacaktı. ''İnşaallah güzel bir tanışma olur, zaten bizimkiler sorun olacak inşaallah Nevbahar'ın ailesi ile sorun yaşamayız'' dedi.
Murat kapının önünde heyecanını yenmeye çalışırken, kapının diğer tarafında bir telaşedir gidiyordu. Nevbahar'ın babası Yılmaz Bey, gazetesini okuyordu. Daha doğrusu öyle görünüyordu. Okur gibi yapıyordu ama aklından bin türlü düşünce geçiyordu. Bu gelecek olan çocuk nasıl biri acaba diye düşünüp duruyordu. Ali ve Zeynep, Murat'ı uzun uzun anlatmışlardı ama olsun o kız babasıydı kendi görmeden, tanışmadan onunla konuşmadan içi rahat etmeyecekti.
Nevbahar'ın annesi Nevin Hanım ise yatak odasında yatağının üstüne oturmuş ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ne çabuk büyümüştü bu kız böyle. Minicik kızı ne zaman annesi ve babası ile erkek arkadaşını tanıştıracak kadar büyümüştü. O gelmeden önce nasıl da gri bir hayatları vardı. O evlerine renkleri getirmişti. İlk baharı getirmişti. Adını onun için Nevbahar koymuşlardı. Onu kucağına aldığı ilk anı hatırladı. O zaman anlamıştı hayatın anlamını, anne olduğu zaman. ''Ama anne olmak için illaki de doğurmak gerekmiyor ki'' diye düşündü. ''Amaaaan nerden aklıma geldi şimdi bu'' diye düşündü. ''Annnneee kapı çalıyor hadi gel'' diyordu Nevbahar şen şakrak bi sesle. Aklına gelen eskileri tekrar eskilere gönderdi Nevin Hanım. ''Geliyorum kızım geliyorum'' dedi.
Zili çalmıştı. Ama daha heyecanını yenememişti ki. Parmaklarına hakim olamamıştı Murat. Bir anda zilin çalması ile irkildi. Daha önce hiç böyle olduğunu hatırlamıyordu. Nevbahar çalan kapıyı açtı. İşte o zaman Murat'ın kalbi daha da bir hızla atmaya başladı. Bu küçük kız aklını başından alıyordu. Onu öyle kapının önünde görünce uzun zamandır o güzel yüzünü görmediğini hatırladı. Ne kadar da çok özlemiş meğer. Çok özlediğini biliyordu ama bu kadar olduğunu bilmiyordu. Bıraksalar şimdi hayatının baharına sımsıkı sarılır bi daha da bırakmazdı onu. Ama olmazdı. Anne ve babası ile tanışacaktı en azından ona sarılmak için biraz olsun beklemesi gerekecekti.
Nevbahar kapıyı açınca kalbi yerinden çıkacak kadar hızlı atıyordu. Bu adamı çok seviyordu. O da aynı Murat gibi düşünüyordu. Ona sımsıkı sarılmak ve hiç bırakmamak. Ama anne ve babasının yanında olduğu aklına geldi ve vazgeçti.
Murat, Nevbahar, Ali ve Zeynep'le selamlaştıktan sonra salona geçti. Önce Nevin Hanım'ın elini öptü sonra Yılmaz Bey'in önüne geldi. Murat uzun, yapılı bir adamdı ama Yılmaz Bey'in karşısında kendini küçücük hissetti bir an. Onun da elini öptü. Ama Yılmaz Bey hiç bişey demeden Murat'a oturacağı yeri gösterdi. Nevin Hanım'da, Yılmaz Bey'de ilk bakışta Murat'ı çok beğendiler. Özellikle gelip ellerini öpmesi onları etkilemişti. Şimdilerde büyüklerinin ellerini öpen genç pek kalmamıştı. Nevin Hanım, Murat'ı beğendiğini hemen belli etti ama Yılmaz Bey de Murat'ı beğenmesine rağmen hiç renk vermedi. Ne de olsa kız babasıydı öyle hemen yumuşayıvermek olmazdı, ''Biraz terletelim şu oğlanı'' dedi.
Murat'ın arkasından Ali, Zeynep ve Nevbahar da salona girdi. Nevin Hanım ''Nasılsın oğlum, nasıl geçti yolculuk'' diye sordu. ''İyiyim efendim teşekkür ederim.Yolculuk güzeldi. Araba kullanmayı severim onun için yol hiç sorun olmadı. Siz nasılsınız?'' dedi. ''Bizde iyiyiz oğlum sağol'' dedi. Sohbete Ali, Zeynep ve Nevbahar üçlüsü de dahil oldu. Güzel bir sohbet oluyordu. Ama Nevbahar'ın gözü hep babasındaydı. Neden hiç konuşmuyordu. Nevbahar annesini çok severdi ama babasını bir ayrı severdi. Onun için babasının düşünceleri çok çok önemliydi. Babasının hiç konuşmaması onu korkutmuştu. ''Yoksa babam Murat'tan hoşlanmadı mı?'' diye korkmaya başlamıştı.
Tam Nevbahar'ın aklından bunlar geçerken babası ''Eee genç adam söyle bakalım sen buraya neden geldin?'' dedi. Herkes bir anda şok olmuştu. Murat'ın buraya gelmesinin sebebi belliydi Nevbahar'ın ailesi ile tanışmaktı. Babası neden böyle yapmıştı ki.
Şoku ilk atlatan Murat olmuştu ve Yılmaz Bey'in sorusuna gecikmeden cevap verdi. ''Benim için çok değerli olanın, en çok değer verdiği insanlarla yani sizinle tanışmaya geldim efendim'' dedi. İşte bir cümlesi ile Murat, Yılmaz Beyin gönlünü fethetmişti. Yılmaz Bey geveze insanları sevmezdi. Murat'ın verdiği az ama öz cevap çok hoşuna gitmişti. Günün geri kalan kısmında Murat'la uzun uzun sohbet etti.
Artık Nevbahar'ın keyfine diyecek yoktu. Çok mutluydu. Hayatındaki en değerli iki erkek çok iyi anlaşmıştı. Annesi de mutlulukla onları izliyordu. Nevbahar bu akşam başka ne isterdi ki.
Çok güzel geçen hafta sonunun ardından pazartesi günü okula Murat'la birlikte gitti Nevbahar. O daha Ali ve Zeynep'in yanında el ele tutuşmaya alışamamıştı, bir anda bütün fakültenin içinde Murat elini tutarken kıpkırmızı olmuştu. Sanki herkes onlara bakıyor gibi geliyordu.
Aslında herkes değilse de okulun büyük bir çoğunluğu onlara bakıyordu. Murat kızların ilgisini çeken biriydi, Nevbahar da erkeklerin. Birçok göz onlara kıskançlıkla baktı.
İkisi de çok mutluydu. Bulutların üzerinde yaşıyorlardı sanki. Murat okulu bitirmişti artık. Hocalarının en gözde öğrencisi olduğu için hocalarının da ısrarıyla üniversitede kalmaya karar verdi. Akademik kariyer yapacaktı. Bu kararında Nevbahar hep destekledi Murat'ı hep yanında oldu.
Yaz tatili gelmişti.Yaz tatilinde birbirlerinden ayrı kalmışlardı. Ayrı kalmaları aşklarını daha da artırıyordu. Bundan sonraki hayatlarında birbirleri olmadan yaşayamayacaklarını anlıyorlardı. Yazın Nevbahar ailesinin yanına gitmişti. Annesi ve babası kızlarının bu mutluluğunun kaynağı olan kişinin kim olduğunu merak ediyorlardı. Zeynep ve Ali de yazın Nevbahar'sız duramamışlar ve onu ziyarete gelmişlerdi. Nevbahar onları karşısında görünce çok sevindi. Ama bi anda kalbi de cız etti keşke Murat da yanında olsaydı. Ama Murat çalışıyordu. Asistanlığa başladığından beri çok zor görüşüyorlardı. Çok yoğundu. Ama Murat bulduğu ilk fırsatta Nevbahar'ı arıyor ve onu ne kadar özlediğini söylüyordu.
Nevbahar'ın anne ve babası biricik kızlarının hep mutlu olmasını istiyorlardı. Kızlarının böyle mutlu olmasının nedeninin bir adam olduğunu biliyorlardı ve onu tanımak istiyorlardı. Zeynep ve Ali'yi karşılarına aldılar ve kızlarının mutluluk kaynağı olan adamın kim olduğunu anlatmalarını istediler. Ali ve Zeynep uzun uzun Murat'ı anlattılar. Nevbahar'ın anne ve babası dinledikleri kadarıyla düzgün bir adam olan Murat'ı yakından tanımak istediklerini söylediler. Kızlarına Murat'ı evlerine davet etmesini, onu tanımak istediklerini söylediler. Nevbahar sevinçle telefona sarıldı. Sevinçle Murat'ı aradı. Murat'a anne ve babasının onu tanımak istediklerini söyledi. Murat bu habere çok sevindi. ''Tabi ki gelirim küçüğüm. Ne zaman geleyim dedi?'' Murat, Zeynep ve Ali'nin de orada olmasından dolayı daha rahat olacağını düşündüğü için hemen gelmek istedi. İki gün sonra Nevbaharların evinin önündeydi. Kalbi güm güm atıyordu.
Bütün gece birbirlerine sarılarak, ele ele tutuşarak oturdular. ''Ben seni çok bekledim, nerde ve kim olduğunu bilmeden bekledim, seni gördüm kalbime bahar geldi, çiçekler tomurcuklandı, bana evet dedin o çiçekler açtı, şu anda benden mutlusu yoktur şu dünyada, ellerimi hiçbir zaman bırakma olur mu gülüm?'' dedi. ''Ben şimdiye kadar hiçbir erkeğin ellerini tutmadım. Kalbim hiç böyle atmadı. Sen de benim ellerimi bırakma ne olur'' dedi Nevbahar.
Zeynep ve Ali, Zeynep'i Ali'nin ailesi ile tanıştırmak için Ankara'ya gitmişlerdi. Onun için bütün gün yine başbaşa kalmışlardı. Bütün günü el ele, diz dize geçirdiler. Film izlediler, sohbet ettiler. Ancak akşam acıktıklarının ancak farkına varabildiler. ''Bahar'ım ben çok acıktım, sen acıkmadın mı?"diye sordu. "Bende acıktım. Ben hemen bişeyler hazırlarım" deyip kalkıyordu ki Murat elinden tuttu. "Sen zahmet etme bitanem, hem ayağının üstüne bikaç gün daha basma, bi pizza söyleyelim, güzel de bir film açarız. Hem pizzamızı yeriz hemde filmimizi izleriz olmaz mı?"dedi. "Sana ellerimle yemek yapmak istiyordum ama"dedi üzgün bir şekilde. "Sen tek başına yapma bitanem ömrüm boyunca birlikte yaparız ama şimdi ayağının üstüne çok basmaman gerekiyor"dedi.
Sipariş ettikleri pizzayı film eşliğinde yediler. Çok güzel bir gün ve devamında çok güzel bir akşam geçirmişlerdi. İkisi de tatlı bir yorgunlukla birbirine sarılarak televizyonun karşısında uyuyakaldılar.
Zeynep ve Ali, Çok güzel geçen bir kaç gün sonunda geri gelmişlerdi. Yol yorgunuydular. Ali, Zeynep'i ve eşyaları eve koyup hemen yurda gidip uyumayı düşünüyordu. Zeynep'te Ali'den farklı düşünmüyordu. Kapıyı açtıklarında içerden televizyonun sesi geliyordu. ''Nevbahar televizyonun karışında uyuyakaldı herhalde'' dedi Zeynep. Salona girdiklerinde ise ikisinin de şimdiye kadar açmakta zorlandıkları göz kapakları salonda Nevbahar ve Murat'ı sarılmış uyurken görünce sonuna kadar açıldı. İkisi de aralarında bişey olsun istiyorlardı ama bu kadar çabuk olacağını hiç tahmin edememişlerdi.
Zeynep kıkırdamaya başladı. ''Baksana canım ne güzel uyuyorlar. Birbirlerini arayan iki yarımdılar. Şimdi bir bütün olmuşlar'' dedi Zeynep. Onlar aralarında konuşurken Murat ve Nevbahar'da tatlı uykularından uyandılar. Karşılarında Zeynep ve Ali'yi görünce Nevbahar her zamanki gibi yine utançtan kıpkırmızı olmuştu. ''Şey... Şey biz...'' diye kekeledi ama başka bi şey diyemedi. O arada ayağa kalkan Murat Nevbahar'ın o küçüçük elini tuttu ve gayet kendinden emin bir sesle ''Biz birlikteyiz. Bunu sakın gelip geçici bir durum sanmayın. Ben Nevbahar'ı çok seviyorum'' dedi. Murat'ın bu şekilde konuşması Nevbahar'a güç vermişti.Yüzünün kızarıklığı az da olsa geçmişti.
''Canım çok sevindim''diyerek Nevbahar'ın boynuna sarıldı Zeynep. Ali ise abi vari bir ifade ile Murat'ı mutfağa çağırdı. İkisi birlikte mutfağa gittiler. ''Murat, kardeşim bu habere inan çok sevindim. Zaten Zeynep ve ben de böyle olması için çalışıyorduk. Ama sakın ola Nevbahar'ı üzme, o bizim kıymetlimiz, eğer onu üzersen benim ilk düşüneceğim Nevbahar olur'' dedi. ''Sen merak etme ben onu asla üzmem'' dedi.
Kızlar merak içinde Ali ve Murat'ı bekliyorlardı. Ali ve Murat içeri girdiklerinde Nevbahar derin bir oh çekti içinden. Çünkü bu konuda en çok Ali'nin tepkisini merak ediyordu. Onun da yüzü gülüyordu. ''Saat zaten epey geç oldu. Biz yurda gidelim. Yarın nasıl olsa pazar. İyi bir uyku çekeriz, sonra da birlikte kahvaltıya gideriz tamam mı?'' dedi Ali. Hiç itiraz eden olmadı.
Erkekler gittikten sonra gözünden uyku akan Zeynep'te uykudan eser yoktu. ''Eee başka neler oldu canım hadi anlat'' dedi. Nevbahar uzun uzun anlattı. O bitirdi Zeynep Ankara'da yaşadıklarını anlattı. Ali'nin ailesini çok sevdiğini onların da Zeynep'i sevdiğini ve daha bi dolu şey anlattı. Gecenin ilerleyen vakitlerinde ancak odalarına çekildiler.
Nevbahar yatağına yattığında yarın kalkmak için alarm kurmak için telefonu eline aldı ve Murat'ın mesajını gördü. ''İyi geceler bana baharı getiren Küçük'' yazmıştı. Nevbahar ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ama tutmaktan vazgeçti. Aktı yaşları ama bu defa mutluluktan aktı gözyaşları. O an ki halinden Murat'a cevap yazmayı bile unuttu. Ağlarken, hayaller eşliğinde huzurlu bir uykuya daldı.
Ertesi gün Nevbahar erkenden kalktı. Ne giyeceğine bi türlü karar veremedi. Onun bu halini gören Zeynep çok güldü. ''Senin hiç böyle olacağını düşünmemiştim. Ne Murat'mış. Bi kaç günde aklını başından aldı''dedi. ''Yaaa ama öyle deme Zeynep yaaa. Zaten bi tülü ne giyeceğime karar veremedim'' dedi. İkisi birlikte bi şeyler seçtiler. En sonunda Nevbahar hazırdı. Ali ve Murat kararlaştırdıkları saatte kapıdaydılar. Kızlar da hemen aşağı indiler. Murat yine gözlerini Nevbahar'dan alamadı. Nevbahar hala utanıyordu. Ali ve Zeynep de yanlarında oldukları için iyice utanıyordu. Bu duyguları hiç yaşamamıştı daha önce yabancıydı bu duygular, bu yaşadıkları ona.
Kahvaltı çok güzel geçmişti. Ankara'da olanları detaylı bir şekilde tekrar anlattı Zeynep. Ama Murat ve Nevbahar onu dinlerken birbirlerine dalıp gidiyorlardı. Ama Zeynep onlara darılmadı sadece gülümsemekle yetindi. Ne de olsa onlar çiçeği burnunda aşıklardı ve böyle olmaları normaldi.
Murat gideli neredeyse yarım saat olmuştu ama Nevbahar hala şaşkınlıktan kendine gelememişti. ''Allah'ım bunun adı aşk mı? Beni öptüğünde neden karnımın içinde yüzlerce kelebek uçuşuyor gibi oldu?'' diye düşünürken, Zeynep eve geldi. Sabah eli dikişli bıraktığı arkadaşı şimdi de ayağı sargılı halde dalgın daldın koltukta oturuyordu. "Canım ayağına ne oldu?" diye sordu. Ama Nevbahar'dan hiç ses çıkmıyordu. Sadece arada elini yanağına götürüyor ve gülümsüyordu. En son Zeynep'in ne sorduğunun farkına varabildi.''Şey, Murat buradaydı...'' diye başladı ve son günlerde aralarında geçen herşeyi anlattı çünkü Zeynep'ten hiç birşey saklamazdı. ''Ayy canım benim valla çok sevindim yaa. Benim bunu hemen Ali'ye anlatmam lazım'' dedi Nevbahar'a sımsıkı sarıldı ve hemen telefonuna sarıldı.
Aceleyle evden çıktı Murat. İlk adımı atmıştı işte. Elinden gelse hep Nevbahar'ın yanından hiç ayrılmazdı. Bütün gece sokaklarda dolaştı. Çok mutluydu ama bir yandan da endişeleniyordu.''Ya Nevbahar, benim ona karşı hissettiklerimi bana karşı hissetmiyorsa?'' diye düşünmeye başladı. ''Ama eğer bişeyler hissetmese bu akşam bu kadar güzel şeyler yaşamazdık değil mi?'' diye geçirdi içinden. Sabaha kadar bu düşünceler eşliğinde sokaklarda dolaştı. Sabah hastaneye gitti. Ama aklında hâlâ Nevbahar vardı. Saatler bi türlü geçmek bilmedi. Akşam Nevbahar'a gidecekti. Pansuman yapma bahanesi ile onu görecekti.
Sonunda akşam olmuştu. Heyecanını bastırmak için biraz soğuk havada yürümeye ihtiyacı vardı. Yolda yürürken bir çiçekçinin önünden geçti. Bir anda geri döndü ve çiçekciye girdi. Ona çicek alacaktı. Nevbahar'ına kalbine adı gibi ilkbaharı getiren bu küçük kıza çiçek almak istedi. Çok güzel bir beyaz gül buketi yaptırdı. Heyecanla yoluna devam etti.
Kapının önüne geldiğinde kalbi heyecandan duracak gibiydi. ''Ya evde değilse? Keşke gitmeden önce arasaydım''diye düşündü. Ama zaten Nevbahar bi yere gidemezdi ki. Malum ayağı sargılıydı. Zili çaldı biraz bekledi kapıda. Nevbahar tek ayağı ve tek eli sargılı halde zıplaya zıplaya geldiği için ancak açabilmişti kapıyı. Kapıyı açtı ve hiç konuşmadan bi süre öylece durdular ve sadece birbirlerine baktılar. Sonra Murat kendine geldi ve ''Beni içeri almayacak mısın Küçük?'' dedi. ''Aaa evet özür dilerim dalmışım, tabi ki içeri buyur'' dedi.
Heyecandan Nevbahar'ı girişte bırakmış kendini bir anda salonda bulmuştu. Oysa Nevbahar'ların evinin holü çok uzundu ve onun ayağı bu halde iken gelmesi biraz uzun sürerdi. Hemen geri döndü. Nevbahar zıplaya zıplaya gelmeye çalışıyordu. ''Seni unutmuşum Küçük, dur dur ayağını daha kötü sakatlayacaksın seni kucağıma alayım'' dedi. ''Yok teşekkür ederim, duvara tutuna tutuna giderim'' dedi. ''Olmaz baksana ne kadar zor yürüyorsun, zaten alıştım seni taşımaya Küçük'' dedi gülümseyerek. Bir daha Nevbahar'ın itiraz etmesine kalmadan Nevbahar'ı kucakladı. ''Ya cidden sen çok hafifmişsin biraz yemek ye Küçük'' dedi yine gülümseyerek. ''Ya sen bana hep niye Küçük diyorsun, ben küçük değilim ki kocaman kızım'' dedi. ''Küçüksün işte sen daha üçüncü sınıfsın, en azından benden üç yaş küçüksün'' dedi. ''Okula da erken başladığım için okul hayatım boyunca hep sınıfımın en küçüğü oldum of yaa'' dedi. ''Aaa o zaman sana kesinlikle Küçük diyeceğim'' dedi. Ve yavaşça onu koltuğa bıraktı.
Sonrada beyaz gülleri Nevbahar'a verdi. ''Bunlar senin için, senin kadar güzel değiller ama senn kadar güzelini ne kadar aradımsa da bulamadım'' dedi gülümseyerek. ''Teşekkür ederim. Çok güzeller, ben beyaz gülleri çok severim'' diyebildi sadece. Heyacandan başka bişey diyemedi.
Nevbahar'ın çok utandığını görünce onun daha çok utanmasını istemediği için Murat konuyu değiştirdi.''Eveeet. Önce ayağına bakalım sonra eline'' dedi. ''Ama önce fırında havuçlu kek var o pişti mi diye bakmam lazım'' dedi Nevbahar. ''Sen kalkma ben bakarım'' dedi Murat. Mutfağa gitti geldi. '''Daha pişmemiş biraz daha var, pansumanlar bitinceye kadar pişer'' dedi.
Önce ayak bileğinin pansumanını yaptı. Sonra elini pansumanını yapmaya başladı. ''Ne kadar küçük ellerin var'' dedi. Onun elleri avuçlarının içindeydi. Dikişlerini kontrol ederken Bir anda Nevbahar'ın canı çok yandı. ''Aaa'' dedi acılı bir sesle ve bir anlık bir hisle diğer elini Murat'ın elinin üstüne koyuverdi. Nevbahar'ın canının acımasıyla ve buna kendisinin sebep olmasından dolayı Murat'ın da canı acıdı. Nevbahar bir anda diğer elini de Murat'ın elinin üstüne koyunca Murat, Nevbahar'ın iki elini de avuçlarının arasına aldı.
Dünyada ne olup bitiyor hiç umurlarında değilmiş gibi görünüyorlardı. Murat ve Nevbahar birbirlerinin gözlerine bakmaktan kendilerini alamıyorlardı. Daha sonra Nevbahar kendine geldi. Yine utançtan kıpkırmızı oldu. Kafasını eğdi. Murat, Nevbahar'ın küçücük çenesinden tutarak kafasını kaldırdı. ''Çok güzelsin Nevbahar. Bana ne oldu bilmiyorum. Aklımda seni gördüğüm günden beri sadece sen varsın. Bir an olsun seni düşünmeden yapamıyorum. Yok yok aslında bana ne oldu biliyorum. Ben aşık oldum, sana sırılsıklam aşık oldum Nevbahar'' dedi. Nevbahar'ın gözleri doldu. İşte Murat da onun gibi hissediyordu. ''Bende...'' diye bildi sadece ve ağlayarak Murat'a sarıldı.
Kendini Murat'ın göğsüne bırakmış bir halde mutluluktan ağlıyordu. Murat, Nevbahar'ın kafasını kaldırdı. ''Ağlama gül yüzlüm ağlama, sen adın gibi, bana hiç gelmeyecek zannettiğim baharı getirdin, ilk baharım oldun, ağlama ne olur'' dedi. Ne kadar zaman öylece birbirlerine baktıklarını, sarıldıklarını hatırlamıyorlardı. Mutfaktan gelen yanık kokusu ile kendilerine geldiler. ''Eyvah kek!'' dedi Nevbahar. Kalkmaya çalıştı ama ayağından dolayı hemen kalkamadı, o kalkmadan Murat mutfağa gitmişti. Kek kapkara olmuş mutfak duman olmuştu. Nevbahar ancak gelebilmişti mutfağa. Murat'ın elindeki kapkara kalmış keki görünce, ''Ama ben o keki senin için yapmıştım yaa. Sen seviyorsun diye yapmıştım'' dedi üzüntüyle. Üzülme bitanem. Zaten ben senden ömrüm boyunca bu kekten isteyeceğim'' dedi.
Ne giyeceğine bir türlü karar veremedi. ''Hangi elbisemi giysem? Altına hangi ayakkabıyı giysem? Hangisi ile daha güzel olurum?''diye düşündü. En sonunda ne giyeceğine karar verdi. Normal hayatında hiç topuklu ayakkabı giymezdi ama daha güzel olmak için, zorlanacağını bile bile topuklu ayakkabı giydi. Tam hazırlanmıştı ki zil çaldı. Murat arabanın yanında onu bekliyordu.
Murat apartmanın kapısında Nevbahar'ı görünce nutku tutuldu. Zaten güzel olan Nevbahar periler gibi olmuştu. Tam da o anda ''Allah'ım ne olur bu güzel kızı benim kaderime yaz'' diye dua etti. Nevbahar Murat'ın yanına gelmişti ama Murat hala kendine gelememişti. Sadece ''Çok güzel olmuşsun.'' diyebildi. Nevbahar yine utancından kıpkırmızı oldu ve o da sadece ''Teşekkür ederim'' diyebildi.
Murat çok güzel bir retorantta yer ayırtmıştı. Yemeklerini sipariş ettiler. Ve hala Murat gözlerini Nevbahar'dan alamıyordu. Gündelik hayatlarından konuşmaya başladılar önce, okuldan, hocalardan, arkadaşlardan konuştular. Çok güzel bir sohbet eşliğinde yemeklerini yediler. Restoranttan çıktıklarında dışarda kar yağmaya başlamıştı. Yerler iyice kar olmuştu. Nevbahar çocuklar gibi sevindi. ''Karı çok severim. Arabaya binmesek de yürüyerek gitsek olur mu? Karda yürürken çıkan o kıyır kıyır sesi çok severim.'' dedi. ''Olur tabi ki ama ayağında topuklular var, düşüp bir yerlerini incitirsen?'' dedi Murat. ''O zaman sen de beni tutar benim düşmemi engellersin'' dedi. Der demez de bunu nasıl söylediğine kendi de şaşırdı. Bir anda nasıl cesaretini toplamıştı da söylemişti buna kendi de inanamıyordu.''Tabi ki tutarım ben senin düşmene, incinmene asla izin vermem'' dedi.
Nevbahar kıpkırmızı olmuştu. Ne diyeceğini bilemiyordu. Onun için yanından geçtikleri bir arabanın üstünde biriken karı aldı ve Murat'a attı. Kar topu Murat'ın kafasına geldi. ''Demek bana kar topu atarsınız küçük hanım al sana kar topu'' dedi ve o da Nevbahar'a kar attı. Nevbahar Murat'ın attığı karlardan kaçarken ayağındaki topuklu ayakkabıdan dolayı ayağı burkuldu ve tam düşüyordu ki Murat onu belinden kavradı. O anda o kadar yaklaşmışlardı ki birbirlerine onlar haricindeki herşeyi unutmuşlardı. Sadece birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Murat Nevbahar'ın yüzüne gelen karları temizledi. Saçlarını düzeltti. ''Yüzün buz gibi olmuş küçük'' dedi. Murat'ın konuşmasıyla kendine gelen Nevbahar ayağının acısını hissetti. Ayağı burkulmuştu ve canı çok yanıyordu. Murat'a bu kadar yaklaşmanın da verdiği sarhoşluktan dolayı ancak hissedebilmişti acısını. Sadece ''Bileğim çok acıyor''diyebildi. ''Hadi arabaya geri dönelim, ayağına bi pansuman yapalım. Eğer yürüyemeyeceksen arabaya kadar seni kucağımda taşıyabilirim'' dedi Murat. ''Teşekkür ederim, kendim yürüyebilirim'' dedi ama ayağının üstüne basar basmaz canı çok yandı. ''Hadi inat etme, yürüyemeyeceksin. Arabaya kadar bayağı var, yürüyemezsin'' dedi Murat. Nevbahar mecburen kabul etti. Murat onu kucağına aldı ve arabaya doğru gitmeye başladı. ''Çok da ağırmışsın'' dedi şakasına gülerek. ''Ya cidden mi?'' dedi üzülerek Nevbahar. ''Şaka şaka ne ağırı, kuş gibisin, biraz yemek ye'' dedi. Ona hiç bu kadar yakın olmadığı için bu kadar güzel koktuğunu da anlayamamıştı Nevbahar. Ömrü boyunca bu kokuyu duyarak uyumayı ve yine bu kokuyu içine çekerek uyanmayı diledi.
Eve geldiklerinde saat epey geç olmuştu. Nevbahar'ı yine kucağında çıkardı eve. Onlar gelinceye kadar Zeynep çoktan uyuyakalmıştı. ''Ayağına bi pansuman yapmak gerekli. Arabamda bi kaç malzeme olacaktı. Halı saha maçlarında arkadaşlar çok sakatlanıyor ben de onun için arabada malzeme bulunduruyorum her zaman, ben onları alıp geleyim arabadan '' dedi.
Malzemelerle yukarı geldiğinde Nevbahar ayağa kalkmaya çalışıyordu ama canı çok acıdığı için kalkamıyordu. Murat, Nevbahar'ın ayağına pansuman yaptı. ''Ayağının üstüne basma bi kaç gün'' dedi. ''Ama yarın elimdeki dikiş için pansumana gidecektim. Ona nasıl gideceğim?'' dedi. ''Senin pansumana gitmene gerek yok ben yarın hastane çıkışında sana gelir, hem elinin hem de ayağının pansumanını yaparım Küçük'' dedi. ''Sana zahmet olmasın'' dedi Nevbahar. ''Seninle ilgili hiç bişey bana zahmet olmaz.'' dedi ve aniden Nevbahar'ın yanağından masum bir şekilde öptü ve Nevbahar'ın tepki vermesine fırsat vermeden evden çıktı. Şaşkınlık ve mutluluk karışımı bir duyguyla Nevbahar'ı tek başına bıraktı.
Çayı hazırlamışlardı.Onlar gelmeden kekleri de kesip servise hazırlamışlardı zaten. Zeynep kekleri, Nevbahar da çayları getirdi. ''Havuçlu keki çok severim.'' dedi Murat. Zeynep hemen söze girdi. ''Bizim evde yemekleri, pastaları genelde Nevbahar yapar ben genelde aşçı yamağı modunda takılıyorum. Laf aramızda hepsini de çok güzel yapar arkadaşım.'' dedi. ''Gerçekten çok güzel olmuş.'' dedi Murat. ''İstersen bir dilim daha getirebilirim'' dedi Nevbahar. Nevbahar kek getirmek için mutfağa gittiğinde Murat da çayını doldurmak için arkasındam mutfağa girdi.
Nevbahar tam keki kesiyordu ki Murat'ın mutfağa geldiğini anlayınca bir anda heyecandan elini kesti. Kesik bayağı derindi ve çok kan akıyordu. Murat kesiğe baktı ve ''Buna dikiş atılması gerekiyor, bayağı derin kesilmiş, hemen bizim fakültenin acilinden giriş yapalım ben dikiş atarım.'' dedi. Dördü birlikte hastaneye gittiler. Murat hemen eldivenlerini giydi ve Nevbahar'ın kesik olan elini tedaviye başladı.
Normalde şu anda Murat'ın canının acımaması gerekiyordu ama bu karşısındaki küçük kız onun bütün dengelerini altüst etmişti. Sanki onun eli kesilmişti, sanki onun canı yanıyordu. Hiç sesi çıkmıyordu Nevbahar'ın sessizce Murat'ın eline dikiş atmasını izliyordu. Aslında sadece Murat'ı izliyordu. Murat dikiş atarken Nevbahar'ın elleri dikkatini çekmişti. Ne kadar küçük ve güzel elleri vardı. Kendi avuçlarının içinde minicik kalmıştı.
Dikiş atıldıktan sonra Murat ve Ali kızları eve bıraktılar. Sonra da yurda döndüler. Murat yatağına uzandığında aklına Nevbahar'dan başka hiç bişey gelmiyordu. Gülümsemesini, gözlerini, ellerini düşünüyordu hep. Sabaha kadar uyuyamadı. Hep Nevbahar'ı düşünüyordu. ''Acaba bi daha onu görebilir miyim? Onunla bi daha karşılıklı oturup konuşabilir miyiz?'' diye düşünüyordu. Yarın ne yapıp ne edip okulda onunla denk gelip bi şekilde sohbet edecek bir ortam yaratacaktı. Bunları düşünürken uyuyakaldı ve hep Nevbahar'lı rüyalar gördü.
Nevbahar'da eve geldiğinde elinin acısını falan unutmuştu. Aklında sadece Murat vardı. ''Ne kadar tatlı bir çocuk, onu yarın okulda görebilir miyim acaba?'' diye düşünürken uykuya daldı ve oda sabaha kadar Murat'lı rüyalar görmüştü.
Sabahleyin Nevbahar erkenden kalktı. Bir güzel giyindi. Saçlarını yaptı. Her zamankinden daha çok özendi dış görünümüne. Zeynep, Nevbahar'ı görünce ''Oooo bu ne güzellik. Kime bu süslenme bakıyım?'' dedi imalı imalı. Murat'ın da durumu farklı değildi. O da erkenden kalktı. Kıyafetlerine daha bir özen gösterdi. Ali de Murat'daki değişimin farkındaydı.
Heyecanlı heyecanlı okula gitti. Hastaları kontrol ederken bile aklı Nevbahar'daydı. Akşam üstüne kadar Nevbahar'ı göremedi. ''Acaba bugün okula gelmedi mi?'' diye düşündü. Canı sıkıldı. Keşke onu görebilseydi.
Nevbahar'da bütün gün etrafına bakınmıştı. Ama bir türlü Murat'ı görememişti. O da ''Acaba bugün okula mı gelmedi?'' diye düşündü. Nevbahar kantinde oturuyordu. Bugünkü dersleri bitmişti ama canı eve gitmek istemiyordu. Murat'da bütün gün okulda çok yorulmuştu. Biraz dinleneyim diye kantine gitti. Tam kantine girmişti ki onu gördü. Mutluluktan nerdeyse havaya uçacaktı.
İki kahve alıp Nevbahar'ın oturduğu masaya gitti. Nevbahar ders notlarına daldığından dolayı Murat'ı görmemişti. Murat, ''Oturabilir miyim?'' dedi. Derslerin içine çok daldığı için, Murat'ın konuşmasından korktu ve bir anda ayağa kalktığı için Murat'ın elindeki kahve bardaklarına eli çarptı ve iki kahve de Murat'ın üstüne döküldü. Bir anda Murat'ı karşısında görmenin heyecanı, üstüne kahve bardaklarını dökmenin verdiği utançla ne yapacağını şaşırdı. ''Çok özür dilerim. Çok özür dilerim. Lütfen affet. Görmedim seni. Gerçekten özür dilerim.'' dedi. Murat çok yanmıştı. Ama hem Nevbahar'ı görmenin heyecanından hem de kalbindeki ateş daha fazla olduğundan dolayı üstüne kahvenin dökülmesi de yanması da umrunda değildi. ''Önemli değil, benim hatam, çok sessiz yaklaştım galiba.'' dedi.
''Beni boşver zaten bi şey olmadı, senin elin nasıl ağrın geçti mi?'' diye sordu. Hemen eline bakma bahanesi ile Nevbahar'ın elini eline aldı. ''Keşke hep böyle ellerini tutabilsem'' diye geçirdi içinden. Aynısını Nevbahar'da geçirdi içinden. ''Kendimi nasıl affettirebilirim, lütfen söyle'' dedi Nevbahar. Murat şöyle bir düşünür gibi yaptı. ''O zaman bana bir yemek ısmarlayarak kendini affetirebilirsin'' dedi. ''Tamam, beni bir yemek ile affedeceksen tabi ki olur'' dedi Nevbahar. ''Akşam oldu zaten. Bende çok acıktım. Yemek borcunu hemen ödesen olur mu?'' dedi gülerek. ''Olur ama sen kahveli üstünle mi gideceksin?'' dedi gülerek. ''Aaaa evet o zaman yurda bi uğrayayım hemen sonra gideriz olur mu?'' diye sordu. ''Olur hem bende eve uğrayayım da üstümü değiştireyim'' dedi Nevbahar. ''Sen zaten güzelsin, bence hazırlanmana gerek yok ki'' dedi Murat. Nevbahar utançtan kıpkırmızı olmuştu. Murat onun bu halini görünce içinin daha bir sarsıldığını hissetti. ''O zaman ben seni eve bırakayım. Bende yurda geçeyim. Akşam alırım seni evden. Olur mu?'' diye sordu. ''Olur'' dedi Nevbahar. Eve girdiğinde heyecandan öleceğini hissetti.
''Ne oluyor bana. Niye böyle oldum ben'' diyordu içinden ve gözlerini Nevbahar'dan alamıyordu. ''Ne güzel kız'' diye düşündü. O da kalbinin sesi dışarıya kadar duyuluyor mudur diye düşünmeye başlamıştı. Çünkü kendini bildi bile kalbi hiç böyle atmamıştı.Bundan önce sevgilileri olmuştu ama hiç aşık olmamıştı. Zaten bundan önceki bütün ilişkilerini de hep başlatan karşı taraf olmuştu.
Ali ile Zeynep aralarında bir şeyler konuşuyorladı. Bu aradan istifade Murat, Nevbahar'la konuşma fırsatı buldu. ''Adınız çok güzelmiş kim koydu adınızı?'' diye sordu. Sonradan sorduğuna pişman oldu. ''Dan diye sohbete mi girilir? Salak'' diye geçirdi içinden. ''Afedersiniz, biraz pat diye daldım sohbete'' dedi. Nasıl dalmasın ki karşısındaki kız büyülemişti onu. Onun da tıp fakültesinde okuduğunu öğrenince ''Nasıl olur da bu zamana kadar onu göremedim?'' diye de hayıflanmaya başladı.
Gülümsedi Nevbahar. Onun bu halini görünce. ''Annem ve babamın uzun yıllar çocukları olmamış. Seneler sonra ben doğmuşum. Bu bebek bize yeniden baharı getirdi, ilk baharı evimize getirdi diye benim adımı ilkbahar anlamına gelen Nevbahar koymuşlar'' dedi.
Murat, ''Demek sen de benim gibi tek çocuksun'' dedi. Bizimkilerinde tek çocuğu benim. Ben de seneler sonra olmuşum. Onun için sen bizim muradımızsın, muradımıza kavuştuk diye adımı Murat koymuşlar'' dedi. Tam da bu arada Zeynep ile Ali ''ne kaynatıyorsunuz'' dediler. ''Hiç. İsimlerimiz hakkında konuşuyorduk.'' dediler.
''Hadi çaylarımızı içtiysek kalkalım'' dedi Ali. Zeynep ve Ali birbirlerine bakıp gülümsediler. Planlarını uygulamaya koymuşlardı. Kararlaştırdıkları filmin biletlerini aldılar. Film tam başlayacağı zaman Zeynep ve Ali çok önemli bir işleri çıktığını şimdi hemen gitmeleri gerektiğini çok acelelerinin olduğunu işleri bitince onları arayacaklarını söylediler. Nevbahar ve Murat'ın bişey demelerine fırsat vermeden sinema salonundan çıktılar. Sinemadan çıkınca kahkaha ile güldüler. Planları istediği gibi ilerliyordu. ''İnşaallah bu işin sonu güzel olur'' dediler.
Nevbahar ve Murat çok şaşırmışlardı. Nevbahar ''Bizde arkalarından gidelim'' dedi. Murat'la tek başına kalamazdı. Zaten heyecandan ölecek gibiydi. Murat böyle olmasına sevinmişti. Nevbahar'la birlikte film izlemek çok hoşuna giderdi. Ama zaten Murat filmi izlemeyecekti ki. O film boyunca Nevbahar'ı izleyecekti.
Film boyuca Nevbahar heyecandan öldü. ''Allah'ım bana ne oluyor böyle, Ya o çocuk bana bakmaz ki. Böyle tatlı çocuğu tek bırakırlar mi hiç? Kesin sevgilisi ya da nişanlısı vardır'' diye düşündü. Bana bakmaz ki dedi. Murat da aynı şeyleri düşünüyordu. ''Böyle güzel bir kızı hiç yalnız bırakırlar mı?'' diye düşündü.
Film bittikten sonra Murat, Nevbahar'a ''Ben çok acıktım. Birşeyler yiyelim mi?'' dedi. Nevbahar hayır demek istedi ama diyemedi. Peki dedi. Birlikte yemek yemeye gittiler. Önce okuldan, hocalardan konuşmaya başladılar. Nevbahar'ın hiç anlamadığı bir ders vardı. Murat, Nevbahar'a o dersi anlatabileceğini söyledi.
Murat, konuşurken Nevbahar'a dalıp dalıp gidiyordu. ''Allah'ım ne güzel kız diye geçirdi'' içinden yine. Nevbahar çok heyecanlıydı. Karnında kelebekler uçuşuyor gibi hissediyordu. Nevbahar, ''Artık eve gitmeliyim, saat geç oldu'' dedi. Murat, ''Sizi eve ben bırakayım'' dedi. Teşekkür ederim ben otobüsle giderim zahmet olmasın size'' dedi. ''Olmaz hava çok soğuk, zaten kar da yağıyor, üşürsünüz hem zaten sizin ev bizim yurda yakın birlikte gideriz'' dedi Murat. Nevbahar hadi kabul et diyen kalbinin sesini susturamadı ve kabul etti. Arabaya bindiler.
Normalde çok hızlı araba süren Murat, arabayı olabildiğince yavaş sürüyordu ki onunla daha fazla vakit geçirebilsindi. Nevbahar, Murat'la birlikte olmanın verdiği heyecandan Zeynep ve Ali'yi unutmuştu. Daha yeni aklına gelmişti. Hemen Zeynep'i aradı. ''Canım nerdesin? Bi sorun yok değil mi?'' dedi. Zeynep kıkırdıyordu. ''Sen bizi boşver, asıl siz ne yaptınız, film nasıldı?'' diye sordu. ''Film güzeldi, yemek falan yedik, şimdi de eve geliyoruz'' dedi. ''Murat yanında mı?'' dedi Zeynep. ''Evet beni eve bırakacak'' dedi. '' O zaman ikinizde bize gelin hadi. Zaten Ali'de bizde. Çay demledik. Senin sabah yaptığın havuçlu kek de var çocuklara onları ikram ederiz'' dedi. ''Benimle birlikte bize gelir misiniz? Ali de bizdeymiş. Bizi bekliyorlarmış'' dedi. Murat, gelirim ama bi şartım var" dedi gülümseyerek. "Şart mı ne şartı ki? " dedi Nevbahar. "Ben hep sen diye hitap ediyorum ama sen hep siz diyorsun. Kendimi kötü hissediyorum. Bana sen ya da Murat dersen gelirim" dedi. Gülümsedi Nevbahar. ''Peki bundan sonra sen derim. O zaman bize geliyorsun değil mi?" dedi ve gülümsedi. Eve geldiklerinde Ali ve Zeynep onları kapıda karşıladı.
Kalbi şimdiye kadar hiç böyle atmamıştı. Onu gördüğü ilk an... Kalbi yerinden çıkacak zannetmişti. Kalbinin o güm güm atışları dışardan duyuluyor muydu ki? ''Yok ya duyulmuyordur herhalde. Yani inşaallah duyulmuyordur'' diye düşündü. Bir anda bütün vücudu buz gibi olmuştu. Ama kalbi yanıyordu henüz farkında değildi.Neden böyle olmuştu ki. Sonuçta arkadaş ortamındaydı. Rahat olması gerekirdi.
Zaten arkadaşının zoru ile gelmişti. Gelmek istememişti önce. Sonuçta arkadaşı sevgilisi ile gidecekti. Niye çiftlerin arasında olacaktı ki. O şimdiye kadar hep tek olmuştu. Bir çiftin yanında olup da ortama da kendi tekliğini eklemek istemiyordu. Ama arkadaşının ısrarlarına dayanamamıştı. Gideyim bari diye düşündü. Nasıl olsa Zeynep'in sevgilisi Ali de arkadaşıydı.
Tıp fakültesine ilk başladıklarından beri Zeynep ve Ali'yle çok iyi bir üçlü olmuşlardı. Onlara hiç söylememişti ama Zeynep ve Ali'yi birbirlerine çok yakıştırmıştı. Onlar birlikte olduklarını söylediklerinde onlardan daha çok sevinmişti Nevbahar.
Üç senedir yedikleri içtikleri ayrı gitmiyordu. Nevbahar ve Zeynep birlikte aynı evde kalıyorlardı. Nevbahar için Zeynep arkadaştan öte kardeşi gibiydi. Nevbahar'ın hiç sahip olamadığı kardeşi gibi.
Nevbahar şimdiye kadar hiç aşık olmamıştı. Hiç erkek arkadaşı olmamıştı. Güzel bir kızdı. Erkeklerin ilk bakışta dikkatini çekecek kadar güzeldi. Etrafındaki erkeklerden çok sayıda teklif almıştı ama onun evet demek aklının ucundan dahi geçmemişti. O aşık olacağı adamı bekliyordu. İlk onun ellerini tutmasına izin verecekti. Erkekler rahatsız etmeye çalıştıklarında ise devreye Ali giriyordu. Ali de abisi gibi olmuştu. Zaten Nevbahar, okula erken başladığı için Zeynep ve Ali'den iki yaş küçüktü. Yani tam da abisi gibi olmuştu. Kimsenin onu rahatsız etmesine izin vermiyordu. Onun için ikisinin yanında kendini çok huzurlu hissediyordu.
İşte olmuştu. Bir anda kalbi güm güm atmaya başlamıştı. ''Ali'nin yanındaki tanımadığı çocuk kimdi acaba? Ne oluyor bana? Niye böyle oldum ben? Onu görünce neden durup dururken karnım ağrımaya başladı?'' Bir yandan neler oluyor bana diye düşünüyor bir yandan da kimse görmeden kaçamak bakışlarla ona bakmaya çalışıyordu.
Murat da son sınıf tıp öğrencisiydi. Dıştan sert bir görüntüsü vardı. Ama içi yumuşacıktı. Onun için hastalar onu çok severdi. Hatta bir teyze ''Oğlum evli misin?'' diye sormuştu. Murat da ''Yok teyzecim evli değilim'' demişti. Teyze, ''Peki ya nişanlı mısın?'' diye sordu. O da ''Yok teyzem evli de nişanlı da değilim'' demişti gülerek. Teyze, ''O zaman benim torunum var seni tanıştırayım mı?'' dedi. Murat da ''Yok teyzecim ben düşünmüyorum'' demişti gülümseyerek.
Oysa içinden ''Hep tektim, şimdi de tekim'' diye geçirdi...
Murat ve Ali yurtta kalıyorlardı. Ali üniversiteye ilk başladığı zamanlarda Murat ona çok yardımcı olmuştu. Kısa sürede çok iyi arkadaş olmuşlardı. Murat çok hoş sohbet, neşeli bir insandı. İri yapılıydı. Dışardan görenler onu çok sert biri zannederlerdi. Murat çok şen şakrak olmasına rağmen Ali onu yakından tanıyınca aslında onun gülen yüzünün ardında kimseye anlatmadığı bir yalnızlığı olduğunu anladı. Ve kafasına bi şeyi koymuştu. İki yalnızı bir çift yapmak. Nevbahar ve Murat'ı tanıştıracaktı. Bunu Zeynep'e de söyledi o da bu fikri çok beğendi. Ali, ''Murat çok aklı başında bir adam. Nevbahar'ı ancak ona emanet edebilirim hem birbirlerine de çok yakışırlar'' dedi. Yine abilik ruhuna bürünmüştü.
Murat'ın nöbeti vardı. Sabaha kadar hastalarla ilgilendiği için çok yorulmuştu yurda gelip hemen uzanmıştı. Ali girdi odaya. Hemen Murat'ı kaldırdı. Kız arkadaşı Zeynep ve yakın arkadaşları olan Nevbahar'la sinemaya gideceklerini söyledi. Onu da davet etti. Önce gelmek istemedi. ''Ben arkadaşlarını tanımıyorum sizi rahatsız etmeyeyim'' dedi. Ama Ali'yi kıramamıştı. Yorgun da olsa ''Tamam'' dedi. Birlikte sinemanın yanında olan cafeye girdiler. Nevbahar ve Zeynep de onları bekliyorlardı.
Aralık ayıydı. Dışarda kar yağıyordu. Cafeye araba ile gelmelerine rağmen çok üşümüşlerdi. Girdikleri anda cafedeki sıcaklık yüzlerine vurdu. Dışardaki soğuktan sonra bu sıcak çok iyi gelmişti. Ali kızların oturduğu masaya doğru yöneldi. Murat'ı kızlarla tanıştırdı. Murat'a bişey olmuştu. Dondu kaldı. Aslında çarpıldı demek daha doğru olurdu.
Uzun zaman önce yazmaya başladığım ama malum yoğunluğumdan dolayı yazmayı bir türlü beceremediğim hikayemi yeniden yazmaya başladım. İnşaallah ilk hikaye yazma deneyimim olan bu hikayemi tamamlayabilirim.
Öncelikle, daha önce yayınlamış olduğum ilk altı bölümü tekrar yayınlayacağım sonra da inşaallah yeni bölümler gelecek :)
Uzun süredir yazı yazmamışım. Kendime küslüğüm kaleme küslüğüme dönüşmüş. Yazmadığım zamanlarda kendimi kimseye anlatamadığımı fark eder tekrar yazmaya başlarım. Yine öyle oldu. Tekrar yazmaya başlayınca yazmayı ve anlatmayı özellikle de hayal etmeyi ne çok sevdiğimi hatırlıyorum. Tüm insanlar bunu yapar ya da ihtiyaç duyarlar. Bir şekilde anlatmak, anlaşılmak isteriz. Yazmak bu yüzden kendimi iyi hissettirir. Çünkü başka türlü kendimizi ya da dünyamızı anlatabildiğime inanmıyorum ya da en azından benim için durum böyle.
Konuşmak da güzeldir; özellikle kadınlar için ayrı bir yeri vardır ama insanların sizi dinlediğine ya da dinlediklerinden ne anladıklarını nerden bilebiliriz! Oysa insanlar okurken daha itinalıdırlar. En azından ben böyle olduğunu düşünüyorum. Yazı dilsiz konuşmadır.
Bu konuşmalarda en çok kırılganlığım çıkar su üstüne. Yalnızlığım hayal dünyam arasında kaybolur gider. Yaşamak istediklerim karakterler sayesinde yaşanır ve mutluluğum kelimeler arasında çoğalır. Yazmak tutkudur, bağımlılıktır, ihtiyaçtır kimisine de ekmek parası… Ama bence yazmak aynada kendine bakmaktır.
Neden bırakıp gittin ki?
Oysa daha yaşayacağımız ne çok şey vardı.
Daha hiç bişey yaşamamıştık ki biz.
Daha sen dede olacaktın.
Beyaz saçlı, huysuz ama çok tatlı bir dede.
Daha damatların, gelinlerin olacaktı.
Daha Allah'ın emri ile beni ilk gözağrını, kız kardeşlerimi isteyeceklerdi senden.
Benim gelin kuşağımı kim bağlayacak şimdi dualarla?
Bizim veli toplantılarımıza hiç gidememiştin hayat telaşından.
Tam da emeklilik yaşına denk gelen bizim ufaklığın veli toplantılarına gidecektin daha.
Kızacaktın ona neden yaramazlık yaptın diye.
Daha biz seninle tatillere gidecektik.
Ben ısmarlayacaktım size tatili.
Ne de olsa artık iş sahibi oldum. Ailemi ben götürecektim tatile.
Ömrün boyunca hiç tatil yapamamıştık iş güç derken.
Ama yapacaktık be elbet bigün yapacaktık.
Sonra biz kendi işimizi kuracaktık. Ofis açacaktık kendimize. Mühendislik ofisi. Kardeşler hep birlikte. Sende gelecektin ofisimize. Sana özel masa olacaktı.
Ama olmadı...
Biz tatillere gideceğiz, okullar bitireceğiz, evleneceğiz, çocuklarımız olacak, işler kuracağız ama hep bir eksiğimiz olacak...
SEN...
Sen olmayacaksın yanımızda.
Bir yanımız hep buruk olacak.
Ne yapalım bizde böyle yaşamaya alışacağız, alışmak istemesekte alışamasakta alışmış gibi yapacağız.
Televizyonda baba ile ilgili şeyler olduğunda sırf bizim küçük üzülmesin diye kanalları değiştirmeye devam edeceğiz.
Daha çok küçük baba o. Daha 6 yaşında.
Senin adın geçti mi gözlerimiz dolmaya devam edecek.
Ama yaşayacağız.
Derler ya sevdiğin birini kaybettiğinde kalbinde o gün kırk mum yanarmış. Her geçen gün biri sönermiş. Ama tek bir mum asla sönmezmiş.
O mum usul usul yanmaya devam edermiş.
Yandıkça da sevdiğini kaybedenin kalbini yakmaya devam edermiş.
Ne yapalım biz o kalbimizi yakan mumla yaşayacağız.
Bugün doğum günün.
Sensiz geçen ikinci doğum günün...
Ama sen rahat uyu babacım.
Dualarımızla hep yanındayız.
Seninde hep bizim yanımızda olduğunu biliyorum.
Doğum günün kutlu olsun.
İlkgözağrın...
Evet bir mimle daha karşınızdayım. Bu mimi canım arkadaşım Duygu'm hazırlamıştı.Beni de mimlemişti. Ne zamandır aklımda ama vakit sıkıntısından dolayı yapamamıştım. En sonunda yaptım :) Duygu bu aralar zor zamanlar geçiriyor. Bu mimi onun için yapıyorum. Ona ihtafen :) Canıııım hadi gül biraz yaaa hadi :)
1-En çok incindiğin/kırıldığın kelime?
Aslında öyle şudur diyebileceğim bi kelime yok. Ben kelimelerden çok hareketlere tavırlara kırılırım. Sonuçta dil bu kemiği yok demişler değil mi :)
2-''Herkesin kullandığı bir kelime olur, ama senin için bir insan olur, o özel insan o kelimeyi kullanınca alınırsın'' ne düşünüyorsun?
Hımm bilmem yok herhalde yaaa. Düşünüyorum, düşünüyorum yok. Dedim ya söylenen sözlerden çok hareketlere, bakışlara daha çok dikkat ederim.
3-Seni en çok duygulandıran şarkı?
Beni bu kategoriye bi sürü şarkı ekleyebilirim. Ama bu aralar Mabel dinliyorum. En çok da Kerem Gibi şarkısını. Dinlerken nerelere gidiyorum bir bilseniz...
5-Nefret mi Aşk mı?
Nefret... Kesinlikle nefret. Aşk belli bir zaman sonra bitiyor ama nefret... İnsanlar görüyorum sırf nefretleri ile yaşayan ama sırf aşklarıyla yaşayanı görmedim ya da bana denk gelmedi bee :) ama sen hangisini isterdin diye sorarsanız ben ikisini de istemem. Varsa ben sevgi alıyım :)
6-Birinin kalbini kırdığında nasıl gönlünü alırsın?
Yapmadığım şebeklik kalmaz desem abartmış olmam. Ama eğer kırıldıysam oooo karşımdaki yandı valla :)
7-Nasıl ağlarsın bağırarak mı? içine akıtarak mı?
Hiç öyle abartı tepkilerim olmadı hayatta. Mesela bişeye kızdığında bardak, çanak, telefon, bilgisayar falan kıranlardan değilim ben. En kötü günümde bile sessiz sessiz ağladım...
8-En korktuğun şey?
Sevdiklerimden ayrılmak... En çok da annem ve kardeşlerimden ayrılmaktan çok korkuyorum. Evlenirsem falan mümkünse aynı şehirde kalayım yani. Beni seven benimle kalsın demi ama :)
9-Ruhun sıkıldığında ne yapmayı seversin? Kendini nasıl sakinleştirirsin/dinlendirirsin?
Hımmm. Aslına bakarsanız hiç sıkılmaya vaktim yok. En son üniversite bitince 15 gün sonra sıkılmıştım. Zaten hemen sonra da işe başladım. İşte başlayış o başlayış bi daha vaktim olmadı. Siz söyleyin aşırı yoğun tempolu bir iş, yüksek lisans ve iş güvenliği kursu sınavı, kursu üçgeninde gidip gelen birinin sıkılmaya vakti olur mu. Uyumaya vaktim yok ki annem. Ne sıkılması :) Kendim sıkılamıyorum ki ruhum sıkılsın :)
Kendimi nasıl sakinleştirirm konusuna gelince uyurum. Evet sadece uyurum. Bana çok iyi geliyor. Sinirle nasıl uyuyorsun diye sorarsanız. Söyleyim hemen. Bir hayal kuruyorsunuz. Şöyle en güzelinden. Sonra yataktaki peluş köpeğe sarılıyorsunuz ve kendinizi uykunun kollarına bırakıyorsunuz. :)
10-Bazen kızılmasından hoşlanırsın peki en çok ne için kızılmasını seversin?
Hımmm. Çok özel bir konu için değil ama sevdiğim kişinin beni düşündüğünden dolayı yaptığım, kendimi üzdüğüm bişey için bana kızmasını severim yani :) Kim sevmez ki :)
11-Şiir/müzik/öykü/deneme?
Hepsi annem hepsi. Ortaya karışık. :)
12-En son ne için ağladın?
Hımm. Bu zor bi soru. Babam desem... :( Yarın onun doğum günü. Ve ben pek de iyi sayılmam. Geçen sene doğum günü çok zor olmuştu benim için. :(
13-Birinden hemen etkilendiğin özellik?
Öyle hemen etkilenmem ki ben. Biraz zaman geçmesi lazım. Bi de birinden etkilenmem için illaki de onu görmem gerekmiyor kii :) Mesela bu blog sayesinde tanıştığım kişiler var. Görmesem de etkilendiğim, çok sevdiğim kişiler var. İsimlerini dememe gerek yok onlar kendilerini çok iyi biliyorlar :)
14-Dayanamadığın şey?
Dayanamadığım şeyyy... Şimdi kızlar her şeyi yaya yaya konuşuyorlar ya. Tiki mi diyorlar ne diyorlar öylelerine. İşte onlara hiç dayanamıyorum yaaa. :(
İyi anlamda dayanamadığım şeyse 6 yaşındaki küçük kardeşim. Şöyle bi baksın içim gidiyor sıpaya. Her istediğini yapmak istiyorum. Ama zor olsa da her istediğini yapmıyorum. Şımarık bişey olmasın demi ama :)
15-En sevdiğin duygu?
Sevmek ve sevilmek :) Kısaca ama tam da her şeyin özü :)
Vee işte bu kadar. Kimi mimlesem diye düşündüm ama pek bi yapmayan kalmadı sanırım. Burada görüp yapmamış ve yapmak isteyen varsa buyrun efendim :)
Bilim adamları bıkmadan usanmadan araştırmaya ve açıklamaya devam ederler? Aşkın ömrü şu kadar yıl, aşkı şunlar canlı tutar, şunlar öldürür...
Daha kesin bir cevap verilememiştir evliliğin aşkı öldürüp öldürmediğine. Henüz hüküm giymedi evlilik bu davadan. Tutuklu yargılanmasına devam ediliyor.
Aşk uğruna dağılan aileler, biten hayatlar, acıyan canlar, kırılan kalpler...
Aşk...
Üç harfli hani başka şeylere de üç harfli diyorlar ya. Onlar gibi. Aşkında musallat olduğu kişi normal olmuyor. Ötekilerden farklı oluyor. Dışarıdaki ötekilerden ötekileşiyor insan aşık olduğu zaman.
Aşka tutulduğu zaman anlamıyor hiçbir şeyi, görmüyor gözleri gerçeği...
Aşık olduğuna kavuşur ya da kavuşmaz bilinmez. Kavuşursa muhtemelen bir süre sonra sönecek o aşk alevi ya da daha cılız yanmaya devam edecek. Ya kavuşamazsa? İşte kuvvetle muhtemel ki o alev hiç sönmeyecek. Çünkü o alevi söndürecek olaylar yaşanmayacak. Aşkın alevini harlayacak durumlar olacak. Kavuşamamak bu ateşi en kuvvetli yakan yakıt...
Peki ya sevgi...
İşte sevgi. O bitmez tükenmez. En büyük örnek belki klişe ama anne sevgisi. Anne sevgisi hiç biter mi. Onu azaltacak herhangi birşey var mı?
Yok. Yok. Yok.
Onun için ben size, hepimize şöyle dua ediyorum. Allah'ım bize aşık olmayı değil. Sevmeyi ve sevdiğimİz tarafından sevilmeyi nasip etsin...
Uzun bir süredir yazmıyordum. işler, bayram ve bikaç başka nedenden dolayı. Yorucu ama çok güzel bir bayram geçirdim.:) İnşaallah herkesin bayramı çoooook güzel geçmiştir. Allah herkesin kurbanını kabul etsin inşaallah.
Bu aralar moralimi bozan şey sizin belki birkaç haberde gördüğünüz ama benim mesleki olarak da çok ilgilendiğim bir haber. Geçen gün Manisa Soma da bir kömür ocağında göçük ve yangın sonucu bir kişi hayatını kaybetti.
İhmal. İhmal. İhmal. Başka hiç bişey değil. Biliyorum o ocağı. Çünkü stajımı o ocakta, göçük olan ocakta yapmıştım. Yaşadım, gördüm biliyorum ve bundan dolayı bu kadar net yazabiliyorum. İnsan hayatını hiçe saymaktan sadece para düşünmekten başka bişey değil bu. İki insanın yan yana geçemeyeceği, ayakta yürümeyi bırak emekleyerek bile çok zor geçilecek yerlerden geçiyorsunuz o ocakta. Bu konuda çok doluyum. Hatta bu konu ile başka bir yazım daha var ona da buradan ulaşabilirsiniz.
O ocakta bir ayım geçti. Durumun vehametini ne kadar anlatsam da tam olarak izah edemem. Ancak kendi gözlerinizle görmeniz gerekiyor. Mesela düşünün biz orada staj yapmazsak bize diploma vermiyorlar değil mi sonuçta staj zorunlu ama maden ocağına girmeden önce de firma bize kağıt imzalatıyordu. Burada başımıza gelen hiçbir şeyden firma sorumlu değildir diye. Ola ki biz oradayken bir göçük olsa bizde orda ölsek gitti bitti işte o kadar. İnsan canı bu kadar ucuz. Ya yeraltına girmek için bize bi çizme verdiler benim ayaklar 37 numara ama onlarda en küçük 42 varmış. Varın siz düşünün halimi. Bide düz bir yerde gitmiyorsunuz. Onun için ayakların yara olmuştu. Bi yerden geçeceğiz. Yer full çamur. Önden giden arkadaşım ayağını bi attı çamura cukkk diye bi ses geldi. Kız ayağını geri çamurdan çekti ama geri çektiğinde çizme ayağından çıkmış çamura sabitlenmiş haldeydi. O kadar berbat yani. Havalandırma deseniz Allaha emanet.
O kadar kızgınım ki bu konuda. İnsanlar ölüyor ama kimse görmüyor. Niye medyada çok yankı uyandırmadı. Sadece bir kişi öldüğü için mi? Aynen öyle. Karadon'da olan patlama gibi çok kişi ölmesi mi lazım yankı uyandırması, bişeyler değişmesi için. Hoş işe yaramamış. Hala maden ocaklarında hiç uğruna insanlar ölüyor.
Öyle işte. Benim canım bu aralar bunun için çok sıkkın. İnşaallah bi daha olmaz böyle kazalar.
Bu ne kardeşim ya. Bugün her şey mi ters gider. Ofiste her kafadan bir Meleeeeeeek sesi çıkıyor. Melek bu ne? Melek şu evrak nerede? Melek şu firma aradı mı? Melek proje bitti mi? Melek bu nasıl yapılacaktı? Melek Melek Melek!!!! Aaaaa yeter ya bu ne lan. Bu Melek kaç yere yetişecek?
Duruuuuun daha bitmediiiiii. Arabada gidiyoruz. Ön koltukta oturuyorum. Camı da açmıştım. Kırmızı ışıkta bekliyoruz. Adamın biri karşıya geçiyordu arabaların arasından. Adam geldi. Nerdeyse camın içine girdi ve hapşuuuuu diye bi güzel suratıma hapşurdu. Allahım bu adamın görgü kurallarından haber yok mu yaaa. Tam öküz.
Sonra yine aynı yolda devam ediyoruz. Önden üzerinde bi iş makinası olan araç gidiyor. Yolun en kenarından geçiyor. Kenardaki ağaçların dallarını kıra kıra geçti gitti ve işe bakın ki o kopan küçük dallar arabanın içine girdi benim kafama kütttt :(
Daha devam ediyorum bitmedi. İl özel idaresinde bir maden ocağının ruhsatı alınacak kaç gündür onunla uğraşıyordum. Şube müdürü gıcık bi adamdı. İzin almış yerine vekaleten birini bırakmış. Ohh dedim. En azından vekaleten bakan adam onun kadar cins değildir diye. Ama nerde anneeeeem nerdeeee. Adam egosunu mu tatmin ediyor yoksa kendini mi göstermeye çalışıyor bilmiyorum artık. Adam basit bir yazıyı on kere düzeltti. Gerekli bir düzenleme olsa anlayacağım O zaman amenna. Ama gereksiz. Önce kabul ettikleri evraka sonra eksik diyorlar. Adam bi de bi güzel bağırdı bana iş öyle değil böyle yapılır diye. Bu kurumdaki çalışanların çoğu böyle. Çok rahatlar ve uyuzlar. Ya ben keyfimden dolanmıyorum değil mi o kadar. İşin halledilmesi gerekiyor. Bize yani özel sektörde çalışanlara karşı özel bi garezleri var çok kazandığımızı falan mı zannediyorlar ki. Öyle düşünüyorlarsa buradan söyleyeyim. Biz çok kazanmıyoruuuuuuz. O çalışmamıza göre karın tokluğuna çalışıyoruz valla :)
Amaaaan öyle işte bugün herşey üstüme üstüme geldi. Yazmazsam çatlardım. Yazdım rahatladım. :)
Bugün dolmuşta kırmızı ışıkta beklerken bir görüntü takıldı gözüme. Bi adam yaşlıca 60-65 yaşlarında muhtemelen. İki çocuk. Biri 2-3 yaşlarında adamın kucağında uyuyor. Diğeri 5-6 yaşlarında adamın elini sıkıca tutmuş. Adama hararetli hararetli bişeyler anlatıyor. Adamda dikkatlice onu dinliyor.
Eeeee ne var bunda diyeceksiniz. Ama ben o anda çok kötü oldum. Muhtemelen onlar adamın torunlarıydı. Benim çocuklarımın onlarla bu adam gibi ilgilenecek dedeleri olmayacak. Yani en azından annelerinden dolayı dedeleri olmayacak. İnşaallah babalarının babası uzun ömürlü tombik bir dede olur.
Benim de hiç dede torun ilişkim olmadı. Babamın babası ben 4 yaşındayken, annemin babası da ben 6 yaşındayken vefat etti. Çok özenirim dedeleriyle gezen torunlara :(
İşte öyle... Bugün bi kötü oldum bu sahneyi görünce... Paylaşmak istedim...
Eveeeeeeet tekrar bilgisayarımın başındayım. Yine biraz ara verdim ama geldim işte. :)
Bugün blogumun doğum günü :) Blogum artık bir yaşında :) Tam bir senedir yazdıklarımı başkalarıyla paylaşıyorum. Hep yazardım ama cesaret edemezdim, kimseyle paylaşmazdım. Sonra bi gün nette dolaşırken Deep'in bi yazısına denk geldim. İşte dedim bende böyle yapabilirim dedim. Onun gibi olamam ama kendi halimde yazıyorum işte :)
Bu blog aleminde ilk tanıdığım kişi ve benim ilk izleyicim sevgili Deeptone. Ben ona deep diyorum. O benim ilk gözağrımdır. Bende yeri bi ayrıdır. :) Blog aleminde acemi olduğum için çoğu sorumu ona sordum. Kafasını şişirdim. Bana hep yardımcı oldu :) Ama o bana kızmaz. Kızmazsın değil mi deep :)
Sonra bi tanem Kartanesi o benim bitanecik kartanem. Özel konularda çok görüşünü aldım yani onunda çok başını ağrıttım :) Ama ben onu çok seviyorum yaaaa. İyi ki karşıma çıkmış. Benim psikoloğum oldu diyebilirim. Eeee bende staj yapsın işte meslek hayatına başlayınca acemilik çekmez. :) Ankara'ya gittiğim zaman ilk işlerimden biri de onu ziyaret etmek olacak.
Sonra ablaların bitanesi benim biricik Arseli Ablam. Şimdi blogunu kapattı ama benim yazılarımı hep okuyor. Yorumlarını hiç eksik etmiyor sağolsun. Benim şimdiye kadar hiç ablam olmamıştı. Ama artık var. O bana çok güzel ablalık yapıyor. İyi ki varsın ablacım.
Blogu ilk açtığımda tereddütlerim vardı. Başarabilir miyim diye. Ama burada yazmak bana çok iyi geliyor. Terapi gibi. :)
Başka insanların yazdıklarını okuma, benim gibi olanları ya da benim düşünceme tamamen zıt olan kişileri tanımak ban çok iyi geldi.
Normalde sosyal çevrem kalabalıktır. Ama burası bana daha bi iyi geldi yaa. Burada kendimi tam anlamıyla olduğu gibi ifade edebiliyorum. Söylemek istediklerimi dan diye söyleyebiliyorum.