27 Ocak 2013 Pazar

2 MİM BİRDEN :)

 
Sevgili Deep beni mimlemiş. Uzun zamandır mim yapmıyordum. Yaklaşk bir haftadır mimi yapacak zamanım olmadı. Bi aralık buldum hemen cevapladım. İyi geldi bu sorular. Bakalım cevapları beğenecek misiniz :)
 
1. MİMİM;
* ŞU AN OLSA SEVİNİRİM
Şu an ne olsa sevinirim? Hımm... Şu anda bi kahvenin yanında bitter çikolata olsa yeter  :)
 
*ŞİMDİ ORADA OLMAK VARDI
Şimdi yanında olmak istediğim kişi ile herhengi bir yerde olsam yeter. Ama Roma, Venedik, Paris buraları çok merak ediyorum. Oralarda olmak vardı yaaa :)
 
*NERDE O ESKİ GÜNLER
Bayramlarda ilk günün sabahında heyecandan uyuyamadığım günleri özledim. Bayramda amcamın bize aldığı balonlarda oynadığımız günleri çok özledim. Nerde o eski bayram günleri yaaa.
 
*NELERİ ÖZLÜYORUM
Çocuk olduğum günleri özlüyorum. Çocuk olmak ne güzelmiş ya ne dert ne başka bi şey tek derdin oyun oynamak.
Haa bi de öğrenciliği özlüyorum. öğrenci arkadaşlarım okulun kıymetini bilin. :)
 
*ÇOK SEVERİM
Kedileri çooooook severim. Ah annem bi izin verse de eve bi kedi alabilsem. :)
 
*NEFRET EDERİM
Şimdiye kadar hiç birinden ya da bi durumdan nefret etmedim. Allah'a şükür o duyguyu bilmiyorum. Bilmeyeyim de eksik kalsın. :)
 
*BU GÜNLERDE ÇOK FAZLA DİNLEDİM
Cem Adrian. Cem Adrian. Cem Adrian. Durmadan aralıksız Cem Adrian dinliyorum. Sebebi ne olabilir ki? :)
 
*ŞİMDİKİ RUH HALİM
Her zaman ki gibi ortaya karışık. :)
 
 
2. MİMİM;
KARINCA İÇİN ŞEKER NEYSE BENİM İÇİN GÜZELLİK O'DUR. KULLANDIĞIMIZ GÜZELLİK ÜRÜNLERİ;
Valla öyle kozmetik sektörüne çok fazla para harcamıyorum. Allah'tan cildimde bi sorun olmadı şimdiye kadar. Bi nemlendirici, göz kalemi, rimel tamam haaaa bi de dudak kremi o kadar. İşte bu kadaaar. :)
 
Bende; sevgili kar şekerimi, siyah kuğu'mu, nursalkımı'mı,birgaripşeyma'mı mimliyorum.
Arseli ablamı da mimlemek isterdim ama ablacım yeni yılda mim cevaplamama kararı almıştı. :)

GÖZYAŞLARINA ENGEL OLAMAMAK...

Yalnızlık…
Koca bir şehir dolusu insan çevrenizi sarmalamışken, gözyaşlarınızın tane tane yanaklarınızdan kot pantolonunuza düşmesi…
Minibüste ayakta duran ablanın size acıyan gözlerle bakması, minibüsten indikten sonra bile etraftaki esnafların size bakması ve siz içinizden, “sus, sus” diye naralar atarken gözyaşlarınızın işi inada bindirip daha da çoşması…
Sanki bazen her şey kontrolümüz altındadır fakat, vücudumuzdan akan bir şeyi bile kontrol altına alamayız çoğu zaman.
Eve adımınızı attığınızda gözleriniz kıpkırmızıdır ve evdekiler sebebini sorduğunda yine hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlanılır; odaya kaçılır.
Yatağa uzanılır, yastık sırılsıklam ıslanır...

26 Ocak 2013 Cumartesi

TEKRAR ÖĞRENCİ OLUYORUUUUUUM :)

                                                                                             
  İşte tekrar geldiiiiim. En son pazartesi günü kafamda bi sürü düşünce ve tilki eşliğinde yazmıştım. :) Bizim ufaklığın ameliyatı nasıl geçeçek, bi sorun olmasa bari, yüksek lisans sınavında ne soracaklar, komisyonda hangi hocalar olacak, hangi konulara hatırlatma amaçlı baksam acaba, kazanabilir miyim acaba şu sınavı düşünceleri eşliğinde yazmıştım.
  Eveeeeet. Sonuçlar;
  Ufaklık gayet iyi. Normalde de çok fazla olan ilgi şimdi daha da fazla arttı onun tadını çıkarıyor, naz yapıyor. :)
  Sınavı kazandım. Yaklaşık 1 yıl aradan sonra tekrar öğrenci oluyorum. Bakalım yüksek lisans eğitimi hayatım nasıl olacak. Hem iş hem yüksek lisans biraz yorucu olacak ama bunu yapabilecek kapasiteyi kendimde görüyorum. :) Ne dersiniz başarabilir miyim? :)
  Ve hastalandım yaaa :( Kaç gündür hasta hasta dolanıyorum ortalıkta. Ameliyat işiydi, yüksek lisans sınavıydı derken galiba kendime dikkat etmedim. Sesimin bir erkekten farkı yok. :( Bugün izin aldım işe gitmedim evde dinlendim. Hep yattım, uzun zamandır yapamadığım bişeydi. :)
  Bir haftadır bişey yazamadım. Anlayacağınız yine doldum. Yazma isteğim çok fazla. Evdekilerden pc bana kalırsa yazmaya devam edeceğim. :)

21 Ocak 2013 Pazartesi

ABLA OLARAK ANNE OLMAK...

                                                                                               
  Yazıya nasıl başlayacağımı çok düşündüm ama karar veremedim bende böyle başlayayım dedim. Çok korkuyorum biliyor musunuz? Yarın küçük kardeşim, bitanem ameliyat olacak. Kulağından ve burnundan. Tamam zor bir ameliyat değil ama o daha çok küçük daha beş yaşında genel anestezi altında yapacakmış doktor. Öyle demiş. Orta kulak iltihabı artmış o da duyma kaybı yaptı. Eğer ameliyat olmazsa ilerlermiş ve duyma kaybı kalıcı olurmuş. İnşaallah ameliyattan sonra  şimdi olan duyma kaybı ortadan kalkacakmış.
  O benim bitanem. Aramızdaki yaş farkı bayağı fazla. Ben üniversite 1. sınıfa giderken doğdu ufaklık. Anneme diyordum. Anne bak benim final haftam geçsin ondan sonra doğur tamam mı diye. Ama gel gelelim bizim ufaklık final haftasının başında doğmayı tercih etti. Bende evden hastaneye, hastaneden okula, okuldan hastaneye dolandım durdum o zamalar. Ama iyi ki de doğmuş fıstığım. Anneme hep diyorum bi kardeş bile böylesine sevilebiliyorsa acaba anne olunca çocuğunu nasıl seviyorsun çok merak ediyorum diye. Annem de onu ancak anne olunca anlarsın dedi. Hep diyorum ve bu lafımın da arkasındayım o benim ilk gözağrım. Çocuğum olunca çocuğum ikinci olacak. Ama sevgi karşılıklı galiba. Nerde, ne zaman sorarlarsa sorsunlar hangi ablanı çok seviyorsun diye her zaman beni söyler boncuğum. Hayırlısılya yarınki ameliyatını da atlatırız inşaallah.
  Onun haricinde çarşamba günü yüksek lisans yapabilmek için sınava gireceğim. İnşaallah sınavda başarılı olurum.
  Bana ve kardeşime dua eder misiniz?

19 Ocak 2013 Cumartesi

KARANLIK AYDINLIK...

                                                                                        
   Dün elektrikler kesildi aniden. Bir anda kapkaranlık bir yaşama gönderildik. İlk olarak karanlıkta dikkatlice ilerleyerek bir çakmak bulmaya çalıştım, sonra da ortalığı aydınlatması için bir mum arama telaşına giriştim. Yine kızdım kendime. Niye bu mumu el altında bir yere koymamışım ki? Mumu ararken mum haricinde daha önceden aradığım ama bulamadığım biçok şeyi buldum. Neyse en sonunda mumu da buldum.
   Önce söylendik. Niye gitti bu elektrikler, izleyeceğim dizi, tartışma programı, yarışma progamı vardı. “Ne olacak, kaçta gelir ki elektrik, Arızayı mı arasak?” Sonra şöyle bi düşündük. Bizi birbirimizden uzaklaştırmak için ne kadar da çok neden varmış diye. Sonra da çok hoşumuza gitti bu zorunlu karanlık molası.
   Uzun zamandır neredeyse iki çift lafı zar zor ediyorduk. Mum ışığının büyülü yansımalarının da etkisiyle acelesiz sözler gidip geldi aramızda. Televizyonsuz, radyosuz, internetsiz bu kaçamak  büyülü zamanlar mest etti bizi. Kanal kavgamız yoktu artık. Zaman ve mekan donmuş, sadece iki yavaş siluet sahne almıştı mum ışığı tiyatrosunda. Mum ışığındaki gölgelerimiz bile bu ani hız kesmeden çok mutlu olmuşa benziyorlardı.
   Ara sıra neden böyle frene basıp yavaşlamıyor ya da kısa süreliğine de olsa durdurmuyoruz ki yaşamlarımızı? Nasıl olsa durduğumuzda gaza basıp bizi geçenlere eninde sonunda bi şekilde yetişiriz ki. Hem yetişmeye de çalışmayalım ya, yetişmesek de pek birşey kaybetmiş olmayız bence. Onlara yetişebilmek için psikolojimizi, mutluluğumuzu, huzurumuzu kaybetmeyelim o yeter bize.
    Zaman denilen ve durdurulamayan şey uzun bir zamandır yani büyüdüğümüzden beri çok mu hızlı akıyordu ne? Birkaç dakika kendimizle, sevdiklerimizle başbaşa gelemez olduk. Oysa ben kendime şu soruları sormak istiyorum:
- Ben kimim?
- Ne yapmak istiyorum? 
- Yapmak istediklerimi ne ölçüde gerçekleştirebiliyorum?
- Neler beni iyi, neler kötü hissettiriyor?
  Ama suç bizde. Her şeye yetişelim, herşeyde dört dörtlük olalım derken yorulduk, yıprandık. 
  Farkında olmadan dua etmeye başlamıştım. Gelmesin elektrikler diye. Hatta bugün değil bi kaç gün daha gelmesin, karanlıkta karalım diye.
  O zaman belki elimizdeki şeylerin kıymetini daha iyi anlarız. Birbirimizi daha iyi anlarız. Belki insanların birbirini tüketmesi biter. Ve belki de kısa süre önce hemen bitmesini istediğimiz karanlıkla birlikte, ışıkta kararan ruhumuzlarımız aydınlanır.

NOT: Bu yazıyı bu sabah iki arkadaşımla konuştuktan sonra yazdım. Bu yazı onlar için. Onlar kendilerini biliyorlar... Sizi çok seviyorum...

18 Ocak 2013 Cuma

SABIR...

                                                                                 
İçinde ne çok şey barındırıyor ''SABIR'' kelimesi. Bazen tükendiğini hissedersin, ''yeter artık'' dersin ama sonra, ''az kaldı'' deyip kendini avutur ve her gün daha güçlü olmaya çalışırsın ve artık    
-mış gibi yapmaya başlarsın.
Aslına bakarsan söyleyecek çok sözün, haykıracak çok nefesin vardır ama susarsın. Susarsın ve sabredersin.

Bir şeyi çok istersin. Onu elde etmek için çok beklersin, çok sabredersin. Aslında bi gerçek var ki az yada çok, zor yada kolay bu hayatta pek çok şey için beklersin. Eyvallah. Bekleriz..
Herşeye sabreder insan. Ama insanın boğazına beton gibi kelimeler çöktüğü zaman insan ne kadar sabredebilir ki. Mecbur susmalar, çaresiz kalmalar, sadece yastığının arkadaş olduğu gözyaşların...
Sabır!!!
Nereye kadar, ne için bu sabır? Hiç tükenmez mi bu sabır dedikleri şey. ''Yeter artık'' deyip gitmeler olmaz mı hiç? Susmaya dayanabildiğin yere kadar, aşkının sabır sınavı karşısında ne kadar başarılı olduğunu görene kadar, istediğin arabayı alana kadar, istediğin okulu kazanıncaya kadar, beklediğin sözleri duyuncaya kadar tükenmez mi bu sabır?
Hayır. Tükenmez...
Derler ya taş olsa çatlar derler diye. Olmaz ki, dayanmaz yürek. Sabrın sonunun selamet olduğu konusunda birçoğumuz hemfikir olabiliriz ama bu kadar da denenmez ki insan.
Yine bekleyelim, yine hayal kuralım, yine özleyelim olmazsa yine ağlayalım, çaresiz kalalım ama sabır dönmesin bize sırtını.
Terkedişlere meydan vermesin, yeni yeni hayal kırıklıklarımız olmasın, yine aksın gözyaşlarımız ama sonunda zafer bizim olduğu için mutluluktan ağlayalım.
Ve yine sabır diyelim. SABIR!!!

BEKLEMEK... UMUT...

BEKLEMEK; şimdi hiç duymayan birine dünyanın en güzel şarkısını söylemek kadar anlamsız...
UMUT; şimdi hiç görmeyen birine gökkuşağını anlatmak kadar zor ve imkansız...
 
  Böyle diyor şarkıda... Gerçekten de doğru söylemişler. Bazen beklemek ve umut etmek artık anlamsızlaşır. Bu herkes ve herşey için geçerlidir. Uzun bir zaman birinin dönmesini beklersiniz ama bir zaman sonra bu beklemek anlamsızlaşır, dönmesini umut etmeyi, umut etmek bile imkansızlaşır. Neden böyle olur? Bunun cevabı değişkenlik gösterir. Kimi beklemekten vazgeçer, kimi beklenmekten... Beklemek de beklenmek de anlamsızlaşabilir.
  Çok mu anlamsız konuştum, çok mu saçmaladım bilmiyorum.Şimdi durup dururken neden böyle diyorum? İnanın onu da bilmiyorum. Bu yazının böyle karman çorman olmasının nedeni galiba bu aralar benim kafamın içinin de karman çorman olması.
  Ama şimdi bi şey daha var ki ben beklemekten de umut etmekten de vazgeçmeyeceğim...
 

13 Ocak 2013 Pazar

YİTİP GİDEN CANLAR...

                                                                                          
Yazamıyorum yaaaa yazamıyorum. Arada bir vakit, yarım saatcik bir vakit bulup da yazamıyorum. Ne kadar darlandım bir bilseniz. Büromuzu taşımamızdan kaynaklı çok çok çok yoruluyorum. İşte vakit bulup bloga girip bi şeyler yazacak vaktim olmuyor. Akşam eve gidince yazıyım, arkadaşların yazdıklarını okuyayım diyorum. Ama nerdeeee :( Kaloriferin kenarında sızıp kalıyorum.
Oysa o kadar çok şey var ki. Yakın zamanda içimi en çok acıtan şey Zonguldak'ta meydana gelen patlama ve yitip giden canlar. Ben Maden Mühendisiyim. Ondan dolayı bu kazaların nasıl olduğunu iyi biliyorum. Bu kazaların sadece %2'lik bir kısmı önlenemeyecek kazalardır. Ama nedense kazalar ve ölümler o diğer %98'lik kısımdaki yani çok basit önlemlerle engellenebilecek nedenlerden gerçekleşiyor. Gencecik canlar yitip gidiyor. Daha geçen senelerde bizim üniversiteden üst sınıflardan bir abimiz Zonguldak Karadon'daki patlamada hayatını kaybetti. Madenlerde mühendisin kaderi işçi abilerimizden hiç de farklı değil... Elbistan'da bağıra bağıra geliyorum diyen göçükte hayatını kaybeden ve hala cenazeleri oradan çıkarılmayan mühendis ve işçi abilerimizin hesabını kim verecek. Hep unutup gidecek miyiz? Bunlar sadece medyaya yansıyanlar. Mesleğim olmasından kaynaklı, medyaya yansımayan ama bizim duyduğumuz kazalar var. Daha geçen günlerde Manisa/Soma'da yeraltı kömür ocağında meydana gelen göçükte bir işçi abimiz daha hayatını kaybetti... Hemde neresi biliyor musunuz? Geçtiğimiz senelerde Kemal Kılıçdaroğlu'nun gittiği ve yeraltına girdiği, herşey çok güzelmiş gibi gösterilen maden ocağı. O maden ocağına bende gittim inanın hiçte öyle gösterildiği gibi değil...
Bu konuda çok doluyum ama yazmaya devam edersem kendimi tutamayacak ve pek de hoş olmayan şeyler yazacağım. Onun için bu yazıyı burda bitirsem daha iyi olacak.
Tek duam var. Bundan sonra böyle haberleri bir daha duymayız inşaallah...

6 Ocak 2013 Pazar

KAPILAR VE ANAHTAR...

                                                                                   Derî Û Kilît  kapı Ve Kilit
Koşuyor. Bir o yana bir bu yana gidiyor. Düşüyor. Tekar kalkıyor. Tekrar düşüyor.
Etrafındaki bütün kapıları deniyor ama olmuyor işte elindeki anahtar hiçbir kapıya uymuyor.
Anahtar hiçbir kapıyı açmıyor, açamıyor.
Oysa o kapıları açabilmek için, onu ışığa kavuşturacak olan kapıyı bulup o eşikten geçebilmek için ne kadarda bekledi, uğraştı, çaba sarfetti...
Kapıların yollarındaki engelleri aşmaya çalıştı.
Bunca çaba neden?
Tabi ki onu ışığa kavuşturacak olan kapıyı bulabilmek için...
Bir kapıyı denedi olmadı, diğerini denedi olmadı, kapıların yollarındaki dikenler kollarına, ayaklarına battı, her yeri al al kan oldu ama pes etmedi.
Bazı kapıların yolları çamurla kaplıydı. Bazısının önü kar kıyamet, kimisinin ki çiçekli...
Hepsi yanıltmaca, aldatmaca...
Bütün kapılar o kadar heybetliydi ki, biri haricinde.
Düşündü, o kadar güzel şeyler, o saf ışığık bu kötü, küçük, eski kapının arkasında olamaz herhalde dedi ve yanıldı.
Boşa zaman harcadı, yoruldu, yıprandı.
O heybetli koca koca kapılar boş çıktı, boşa hayal ve umut...
Ama en sonunda buldu.
En olmaz dediği, hiç yüzüne dahi bakmadığı o kapıyı denemek istedi.
Kilidi yuvasına soktu...
Evet işte oldu kapı açıldı.
Gözlerine inanamıyordu.
Yorgunluktan, en çok da mutluluktan kapının eşiğine oturdu ağladı, ağladı, ağladı...
 
 
Saatin alarmı çaldı. Saat 7 olmuştu. Dün gece dua edip yatmıştı. Allah'ım ben ne yapacağım ne olur bana bir yol göster diye. Öyle dua ederken uyuyakalmıştı ve o rüyayı görmüştü.Artık ne yapacağını çok iyi biliyordu. Üç kere aynı şeyi tekrarladı: Teşekkür Ederim Allah'ım. Teşekkür Ederim Allah'ım. Teşekkür Ederim Allah'ım...Çok mutluydu. O alması gereken mesajı almıştı....

5 Ocak 2013 Cumartesi

YORGUNUM, UYKUM VAR VE YARIN BANA TATİL YOOK :(

                                                                                             
Çooooook yorgunuuuuuum :( 
 Dün arkadaşlarla, önceden da bahsettiğim arkadaşlarımın cafesinde çiğ köfte partisi yaptık. Süperdi yaaa :) Vakit çok geç olduğu için ben arkadaşlarda kaldım. Cafe dönüşünde eve geldiğimizde sabah 4 buçuğa kadar monopoly oynadık. Çok zevkliydi. :) Sabah arkadaşlar uyurken ben evden çıktım malum iş var. Sabah çok iyiydim ama şimdi yorgunluğun da etkisiyle  gözlerimi açmakta zorlanıyorum. :( Ve annemler de; yine arkadaşlarınla sabahladın değil mi? Bu gece de biz uyutmayacağız seni, diyorlar? :( Ne yapacağım ben? :(
  Bi de bütün yoğunluklarım üzerine büromuzu taşıyoruz, taşınma telaşı var. Neyse ki yarın bütün eşyalar yeni büroya gidiyorda taşınma merasimi sonuçlanıyor. Ama yeni büromuz çok güzel. Veeee artık kendime ait bi odam var. :)
  Haaa bi de dün saçlarımı kestirdim. Uçları çok kötü olmuştu. Saç kesimimi görenler çok beğendi. Hoş sadece saç güzel olsa ne olur sahibi güzel olmayınca. Güzel olunca saçın güzelliği de ortaya çıktı. (Çok mu kendimi övdüm ne :) ) Ama herkes güzel dedi nazar değdi bana :( Geçenlerde düşmüştüm hatta onu da yazmıştım ve bugün yine düştüm. Üstüm başım çamur oldu. :( Bacağım yine ağrıyor. :( Önceki düşmemin ağrıları bile daha yavaş yavaş geçmişti şimdi bi daha başladı. :(
  Neyse geçer herhalde. Boş bulduğum bi aralıkta ancak bunları yazabildim. Yazmak istediğim o kadar çok şey var ki. Ama bi de şu var; bu aralar kafamdakileri, kelimeleri bir araya getirerek izah etmekte, bunu yazıya dökmekte zorlanıyorum. :( 
  Bunun nedenini ve çözümünü bilen varsa bana yardımcı olabilir mi?